Yargının Halleri

“Benim yavrum büyüyünce doktor olacak, mühendis olacak” muhabbeti, yavrular büyüyüp bir şey olma yaşına geldiğinde, bir hezeyan halini alıyor. Anneler ve babalar çocuklarının, kendi hayal ettiklerinden başka bir şey olması ihtimaline bile katlanamıyorlar. Bazen annenin arzusu ile babanınki aynı olmayabiliyor da, çocuğun kendisinin bir hayali olması… O olacak şey değil işte. Ne de olsa delikanlıdır, başında kavak yelleri esiyordur. Varacağı liman baştan belli değilse, o kavak yelleri onu kim bilir nerelere savurur, filan.

Bu akıllarla, daha lise çağına gelmemiş çocuklara her türlü zor kullanılıyor. Çocuğun ebeveynlerine duyduğu sevgi ve saygı istismar ediliyor. Yetmezse örtülü tehditler, şantajlar, filan. Çocuğun kendi kararlarını vermesi, olgunlaşması, deneye yanıla hangi işi iyi yapabileceğini öğrenmesi alternatifi kimsenin aklına gelmiyor. Neticede, gençler heder oluyor.

Gençlerinki elbette çok acıklı bir hikâye. Ama daha acıklısı var. Gençlerin yaşadığına benzer bir tecrübeyi büsbütün Türkiye yaşıyor. Memleketin ebeveynlerinden biri Türkiye’nin falanca limana doğru yol almasına karar vermiş, diğeri filanca limana gibi… İkisi de zırnık taviz vermiyor. İkisi için de, diğer alternatifi ihtimal olmaktan çıkarmak için her yol mubah. Direksiyonu ele geçiren, memleketin müktesebatını, ruh durumunu filan hesaba katmadan, bütün kaynakları seferber ediyor.

Vatandaş olarak size de iki limandan birini seçmek düşüyor. Sizin seçtiğiniz aydınlık, diğeri karanlık liman oluyor bir nevi. Her sabah cephede açıyorsunuz gözünüzü. Gerçi düşman memleketi karanlığa, despotizme filan sürüklerken hep uyanık kalmanız lazım, ama itiraf edin, arada bir uyuyorsunuz işte…

***

Herkes yargının bağımsız olduğunu hatırlatma ihtiyacını hissediverdi birden. Elhak, ihtiyacımız vardı. Şüpheye düştüydük yani. İyi oldu.

Lakin bu bağımsızlık lafı tehlikeli bir laf. Memlekette bağımsızlık, keyfilik ile eşanlamlı kullanılıyor genellikle. Hâlbuki yargının bağımsızlığı, yasama ve yürütmenin direktifinde olmadığı manasına geliyor sadece. Vatandaşın savcıların kulu olduğu, savcıların herkese her istediğini yapabileceği manasına gelmiyor.

Bunu biz biliyoruz da, malum davanın savcıları da biliyor mu, şüphemiz var. Şüphe edenler küçük bir azınlık filan da değil. Türkiye’de bir kamuoyu yoklaması yapılsa ve yargılayanlara duyulan güven ölçülse, yerlerde süründüğü görülür. Yargılananlarınki de belki pek yüksek çıkmaz ama muhtemelen yargılayanlarınkine tur bindirir.

Bütün bunlar tamam. Memleketin mahallelerinin birinde bunlar ve buna benzer şeyler sıklıkla dile getiriliyor haklı olarak. Ama 28 Şubat sürecinde de öteki mahalle, yine pek haklı olarak, aynı terimlerle yakınıyordu. Yassıada sürecinde bir kamuoyu yoklaması yapılsaydı mesela, yargı hakkında ne düşünüldüğü sorulsaydı, nasıl bir tabloyla karşılaşılırdı?

***

Eleştirileri susturarak yargının güvenilirliğini tahkim edemezsiniz. Medeniyet tarihi boyunca sık sık yargıya güven konusunda kriz yaşandı. Çünkü yargılayanlar sıklıkla hadlerini şaşırdı. Yargının işleyişini düzenleyen kuralların pek çoğu da, zaten, bu sebeple geliştirildi.

Ama bizim yargının güvenilirliğini, medyanın namusunu filan konuşmamızın zemini yok. Memleketin karanlığa sürüklenmemesi gibi hayati bir mevzu varken, herkes her sabah cephede uyanırken, adil yargılama filan neden ehemmiyet taşısın ki? Elindeki gücün tamamını seferber etmen gereken bir savaştaysan, medyanda yalan söyler, iftira atarsın. Sana yakın savcılarla, yargıçlarla ötekini içeri tıkar, yargılamadan yıllarca bekletirsin. Memleketin âli menfaatlerinin yanında bütün bunların lafı mı olur?

Önce mevcut ruh durumundan, bu ölüm kalım savaşı atmosferinden kurtulmamız lazım. Yani önce siyaset lazım. O da ufukta görünmüyor.

Cemalettin N. TAŞCI

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et