Yılbaşı, Kurban, Çift Başlılık Filan
Yılbaşı yaklaşıyor ya…
Her Kurban Bayramı ve her yılbaşı öncesinde yükselen hararet yine yükseliyor anladığım kadarıyla. Ahmet Hakan da Yılbaşına laf edenlere laf yetiştirmiş bugün, “size ne” mealinde…
Sahiden onlara ne?
İyi de, onların da Yılbaşı üzerinden fikir beyan etmelerinden Ahmet Hakan’a ne?
***
Medeniyetleri birbirinden ayıran temel hususlardan biri, mekânda ve zamanda yaptıkları işaretlemeler.
Uzaydan bakıldığında, yüzeyindeki her bir noktası bir diğerine eşdeğer olan bir kürenin üzerinde yaşıyoruz (kürenin en az iki noktası, iki kutup, diğer noktalardan farklı sayılabilir de mevzumuz bu değil). Ama kimileri Mekke’ye, kimileri Kudüs’e, kimileri Vatikan’a, ötekiler bilmem nereye özel bir mana yüklüyor.
Üzerinde yaşadığımız küre güneşin etrafında biteviye dönüyor. Teknik olarak her biri bir diğerine eşdeğer olan noktalardan geçiyor her yıl (dört gündönümü diğerlerinden ayrılabilir de mevzumuz bu değil). Kimimiz Ramazan ayına, kimimiz 29 Ekimlere, kimimiz 4 Temmuzlara, hepimiz hemen her güne özel bir mana yüklüyoruz.
Her birimiz, hangi mekânlara ve hangi tarihlere özel mana yüklüyor olduğumuza bağlı olarak belirli bir sosyal koordinat sahibi oluyoruz. Yani yılbaşına özel bir mana yüklemek, öyle yansız bir hal değil. Bir tercih.
Herkesin istediği tercihi yapma, kendi sosyal koordinatlarını seçme hürriyeti var. Yani olmalı. Tamam. Ama herkesin sosyal koordinatlar konusunda yapılan tercihleri tartışma hürriyeti de var. Yani olmalı. Çünkü zaten temel meselemiz sosyal koordinatlar arasındaki gerilimlerden ibaret. Hep öyleydi.
Neticeten Yılbaşı hakkında bir pozisyon alınmamasını talep etmek, neresinden baksanız manasız bir şey. Yılbaşının yansız, masum bir şeymiş gibi algılanmasını talep etmek, Yılbaşı tercihini yapmayı evrenselleştirmek demektir ve bir tercihin dayatılması manasına gelir.
Ama…
Başa döneyim. İsteyen Kurban Bayramına, isteyen Yılbaşına, isteyen her ikisine özel bir mana yakıştırabilir ve isteyen ikisini de iplemeyebilir. Herkesin kendi pozisyonunu tartışma hürriyeti de olmalı.
Da…
Biz kırk yıldır aynı manasız geyikleri günü geldiğinde derin dondurucudan çıkarıp tekrarlamayı tartışmak zannediyoruz. Sıkıcı bir mesai ama benden başka kimse sıkılmıyor galiba.
***
Buradan şu çift başlılık meselesine gelebiliriz.
Tek başlılığın çift başlılıktan –ve onun da herhalde çok başlılıktan– daha iyi olduğu fikri kimin icadı bilmiyorum. Ama biz hepimiz çift başlıyız. Gerçi bir tek başımız, bir tek kafatasımız var ama o kafatasının içinde, mesailerinin onda dokuzunu diğerinin yaptığını bozmaya harcayan iki ayrı yarıküre var.
Eh, birileri tabiatın yaptığından daha iyisinin yapılabileceğini düşünebilir, bir beis yok. Tabiat insan beynini yekpare bir küre olarak yapıp, ciddi oranda enerji tasarrufu sağlayabilirmiş. Yapmamış. Belki de denemiştir, kim bilir? Denemiştir ve tek başlı zeki tür, muhtemelen yeterince zeki olamadığından, yok olup gitmiştir. Galip ihtimal, tabiat böyle bir seçeneği hiç denememiştir. Ama biz insanlar tek başlı sosyal organizasyonları denedik. “Bu toplulukta sadece Yılbaşı kutlanacak, bir de benim doğum günüm, gayrısı haram, tartışarak bütünlüğe zarar vermek de suç” diyen biricik başların tanzim ettiği topluluklar halinde yaşadık. En çok birkaç yüz kişilik topluluklara bölünmüş olarak…
Geçti o günler.
Önceki yıl İstanbul Bienalinde avcı toplayıcı döneme nostaljik yaklaşan sunumlar da gördüğüm için dilimi ısırarak konuşmak gerekiyor ama o günlere dönsek, kimse mutlu filan olmaz. Biricik başın sahibi bile. Olağanüstü yoksulduk, olağanüstü konforsuz yaşıyor, yok yere ölüyorduk filan da, asıl mühimi, çok cahildik. Şimdi en cahilimiz bile o dönemin bilgesinin yanında âlim sayılır.
Geçti o günler.
Şimdi en küçük topluluk bile son derece karmaşık örgütlenmeye sahip. Topluluklar arası örgütlenmeler çok daha karmaşık ve iletişim teknolojilerinin olağanüstü sıçrayışı yüzünden baş döndürücü bir hızla karmaşıklaşıyor. İçinde yaşadığımız ve hızla değişiyor olduğumuz için farkına varamıyoruz ama cebimizdeki telefonlar her birimizin hayatını (ilişkiler ağımızı ve dolayısıyla sosyal örgütlenme içindeki rolümüzü, yerimizi ve dolayısıyla içinde yer aldığımız örgütlenmeyi) kökten değiştirdi mesela. Daha önce radyo, sonra televizyon insan türünün her bir bireyini bir önceki nesilden çok farklı hale getirmişti.
Sosyal örgütlenmenin karmaşıklaşması demek, başka birçok şeyin yanı sıra, her bir bireyin sosyal koordinatlarının katmanlaşması, çeşitlenmesi ve önem kazanması demek. Yılbaşı karşısında nasıl bir tutum takınacağımız, bu tutumu nasıl –hangi araçlarla ve hangi lisanla– ortaya koyacağımız, her zamankinden de mühim.
Ve mesele şu: Sosyal koordinatlar çok katmanlaşıp çok çeşitlense de, her gün yeni koordinatlar icat ediliyor olsa da, sosyal koordinatların birinden birinde olabiliriz her birimiz. Koordinatsız bir sosyal doku mümkün değil ve hiç kimsenin aynı anda birden çok koordinatta yer alması da…
Kırk yıl önceki kafayla 2016’nın Yılbaşını tartışmak da bir sosyal tercih. Kanaatim odur ki, dinozorlar da benzer bir tercih yüzünden artık yoklar (!).