Yolun Sonu
Ben bu işe taktım. Şu Akademisyenler Bildirgesi işine. Daha doğrusu onun getirildiği hale.
Taktım, sadece Erdoğan taktığından değil. Memleketin hali ve istikbali hakkında çok mühim bir gösterge olduğunu düşündüğümden.
***
Dün demiştim ki mealen, PKK’dan söz ederken onu devletin muadili olarak konumlarsanız, PKK’ya –başka türlü asla yapılamayacak kadar büyük bir– iyilik yapmış olursunuz. Dedim ama daha derken biliyordum ki, AKP’li bir yığın aklıevvel, “Ay bizim vatandaşın kafası böyle inceliklere basmaz” diyecekti. Aslında “bizim kafamız böyle inceliklere basmaz” demekteler. Eh, kafaları basmadığına göre, lisanın şöyle veya böyle kullanılması, onların kafasında, benim sözünü ettiğim türden algılara zemin olmaz zannediyorlar.
E, evet. İmlasına bakınca lisanın herhangi bir inceliğinden bihaber olduğu aşikâr olan ve fakat o imlayla yazdığı bildiriyi –mesela birine düzelttirme ihtiyacı bile hissetmeden– yaymaktan utanmayacak kadar da cehaletinden memnun olduğu anlaşılan Sedat Peker’i ele alalım. Kazara benim yazdıklarımı okusa, kafatasının içindeki şeye “aha bunun kanıyla da yıkanmalı”dan gayrı bir şey düşmesi ihtimali yok. Ama mesele Peker’le sınırlı değil. Ortalama bir vatandaş, lisanı şöyle veya böyle kullanmanın ne tür neticeleri olduğunu elbette bilmez. Sadece Türkiye’de değil, dünyanın hiçbir yerinde.
Mesele şu: İngiltere IRA ile dövüşürken, elbette İngiltere ordusunu kullandı. Ama yığınla sosyolog, psikolog ve hatta işte dilbilimci de işin ortağıydı. Yani aydınlar…
E, evet aydınlar problemli mahlûklar. Türkiye gibi –modernleşmemiş de– modernleştirilmiş olan toplumlarda, modernleştirici rolünü de şehvetle üstlendiklerinden, modern toplumların aydınlarına kıyasla çok daha problemliler. Ama işte, biri lisanı şöyle değil de böyle kullandığında, size, siz farkında bile olmadan neler oluyor olduğunu da onlar keşfediyor. Türkiye gibi yerlerde de onlar tercüme ediyor.
Daha çoğunu yapmalılar bana kalırsa. Modernleştiriciliğe daha az, aydınlığa daha çok vakit ve zihni enerji ayırmalılar. Bence böyle. Ama onları, yapmaları gerekeni yapmadıkları için, yeterince ve uygun bir biçimde yapmadıkları için eleştirmek başka, “gereken yapılacak” diye susturmaya teşebbüs etmek başka.
***
Sedat Peker hakkında da soruşturma açılmış.
Hepimiz biliyoruz ki, Peker hakkındaki soruşturma uzayacak, uzayacak, uzayacak. Nihayete erecek olursa, Peker milletten gasp ettiklerinden biraz ödeyecek, oturduğu yerden kükremeyi sürdürecek. Zaten sizin de haberiniz bile olmayacak. Çünkü Peker’in başına tatsız işlerin gelebildiği duygusu yayılırsa, bir daha Peker gibilerini, mesela Hürriyet binalarını taşlamaya, birilerinin burnunu kırmaya filan razı etmek zor olabilir.
Ama malum akademisyenler hakkında yapılacak olanlar hiç gecikmeyecek. Derhal ve bağıra bağıra, hepinizin gözüne sokula sokula yapılacak. Öyle yapılacak ki, bir daha böyle şeylere teşebbüs edecek olanlar üç defa daha düşünsünler.
Kafaları lisanın inceliklerine basmıyor. Başka herhangi bir inceliğe de basmıyor. Ama bu tür şeytanlıklara basıyor. Sadece onlara basıyor.
Sonra, arsızca, “ne var, işte Peker hakkında da soruşturma açıldı” filan diyorlar yüzünüze karşı. İki sürecin arasındaki yedi farkı göremeyeceğinizi düşünecek kadar budalalar. Sizi budala yerine koyuyorlar. İnsana ya susmak veya sövmek dışında imkân bırakmıyorlar. Susarsanız “aha dolandırdım” diye geçiyor içlerinden, o utanmaz suratlarıyla sırıtıyorlar yüzünüze. Söverseniz “ama seninle de konuşulmuyor ki, Erdoğan ne yapsa karşısın zaten” filan deyip, üste çıkıyorlar.
Filan.
***
Asıl derdim bu değildi.
Cengiz Han gibi süzme barbarlar bile yanlarında, kendi finanse ettikleri bilim insanları taşıyorlardı. Bizimki de mesela Kadir Mısıroğlu taşıyor. Bildirgeyi imzalayan akademisyenler cahil ve gayrımilli. Ama Mısıroğlu öyle mi ya? Mustafa Kemal’in ruhunu çağırıp adam, dönem hakkında birinci elden bilgi sahibi oluyor (inanmazsınız şimdi siz bana, kendisine sorun https://www.youtube.com/watch?v=G-EZ8lvKG10).
Evet, Erdoğan’ın Türkiye’sinde de tarihçiler, sosyologlar filan olacak yani. Ama metotları milli olacak. Ruh çağırarak, kahvehaneleri gezip milletin kulaktan kulağa anlattığı “Fatih’in fedaisi” türünden hikâyeleri derleyerek tarih yazacaklar. Anketler vasıtasıyla sosyoloji yazıp durmaktalar zaten.
Erdoğan’ın millilik ve yerlilik anlayışı bu. Sahiden bu. Numara yapmıyor. Sahiden o seviyede tarih biliyor. Ve daha vahimi, o bildiği tarihi milli tarih olarak biliyor. Ona aykırı bir laf edecek olursanız, gayrımilli oluyorsunuz. Erdoğan’ın Türkiye’sinde Peker ve Mısıroğlu makbul. Akademisyenler değil. Bildirgeyi imzalamasalardı da değillerdi ama katlanılıyorlardı. Elbette şu Başkanlık bir işi kotarılsın, kademeli olarak tasfiye edileceklerdi.
***
Şöyle oluyor.
Siz lisanın inceliklerini bilmiyorsunuz ve bilenleri de uzak tutuyorsunuz ya. Lisanın incelikleri işini yapmaktan vazgeçmiyor. Siz bilmeseniz de, dediklerinizle, PKK’yı devlete –dolayısıyla da devleti PKK’ya– eşitlemiş oluyorsunuz. Sonra işler sarpa sarıyor.
Şöyle yani: Adamın birini, mesela elinde bir tornavida ile görüyorsunuz. Bir yere bastırıp çevirdiğini görüyorsunuz. Sonra mucize! Raf duvarda duruyor. “Aha öğrendim” diye coşuyor, gidip derhal bir tornavida ediniyorsunuz. Eve gelip, beton duvara bastırıyor, döndürüyorsunuz tornavidayı. Sıva dökülüyor. Tornavida betona değiyor. Sekiyor. Eliniz yaralanıyor. Başlıyorsunuz sövmeye “bütün dünya bana komplo kuruyor” diye. Kimsenin komplo filan kurduğu yok. Cahilsiniz. Cahil olduğunuzun farkında olmayacak kadar cahilsiniz. Cehaletinizle orantısız bir kudretin –12 Eylülcü cahillerin inşa ettiği kudretin– üzerinde oturuyorsunuz. Rafı duvara raptetmeyi beceremiyorsunuz ama bağırıp çağırabiliyorsunuz.
Rus uçağı düşürüyorsunuz mesela. Görmüşsünüz ya, uçağı düşüren kazanır, uçağı düşürülen kaybeder. Ama öyle olmuyor. Uçağı düşürüp, tıpış tıpış hangarlara dönmek zorunda kalıyorsunuz. Putin’e yalvartıyorsunuz yanı başınızdaki avaneyi. Kendiniz Fransız televizyonlarında yalvarıyorsunuz. Ama beyhude. Uçağı düşürülen Putin, sizi –ve elbette bizi– rehin almış oluyor. “Ulan bütün dünya bana düşman” diyorsunuz.
Benzer bir hikâyeyi şimdi güneydoğuda yaşıyorsunuz. Terör örgütüyle mücadele ettiğinizi düşünüyor olabilirsiniz. Ama yapıp ettiğiniz her şey terör örgütüne yarıyor. Akademisyenler bildirge yayınladıklarından değil. Sizin yapıp ettikleriniz yüzünden. (Gerçi bu hususta, cehaletin bu kadarını size bile yakıştıramıyorum. Türkiye’nin Kürtlerini kasten, bile isteye memleketten uzaklaştırmaya çalıştığınızı düşünüyorum, o ayrı.) “Çay demleyeceğim” deyip, çaydanlığa taş atmak gibi bir şey. Ortaya çay çıkmıyor. Çamur çıkıyor. İtirazımız çay demlenmesine değil, sizin yapıp ettiğiniz şeylerle çay demlenemeyeceğini söyleyip duruyoruz.
***
Sedat Peker ayarındasınız. Millet, millet deyip durduğunuz şey, Pekerlerden mamul bir çete. Orada elbette akademisyenlere filan yer yok.
Hepiniz çok vatanseversiniz. Zaten mecbursunuz. Peker Türkiye dışında herhangi bir yerde yaşasa, bırakın bugünkü saltanatı, evine her akşam bir somun ekmek götürebilecek vasıflara sahip mi? Değil. Bu memlekette akademisyenlerin makbul olduğu bir düzen kurulsa Peker’e yer kalır mı? Kalmaz. Bu vatanı ve vatanın bu halini çok sevmek zorundasınız. Ve vatanı bu halde tutmak. Cahillere, alçaklara, ahlaksızlara paye dağıtılan, makam, mevki dağıtılan, para dağıtılan bir yer olarak tutmak…
Hepiniz Peker ayarındasınız. Çok vatanseversiniz.
Beğenmediğiniz –benim de pek beğenmediğim– akademisyenler ise, çoğu, başka ülkelere gitmek zorunda kalsalar, iyi kötü karınlarını doyurabilecek insanlar.
Kime düşman, kiminle dost olduğunuz çok aşikâr.
Bu vatanı çok sevin. Peker’leri, Pekergilleri, Boynukalın’ları filan, yani milletinizi çok sevin. Ne yapıp edin, bütün milleti Peker’lere, Boynukalın’lara benzetmenin bir yolunu bulun.
Kafa diye taşıdığınız o şeyin içinden, “işte seçkinci herif, Sedat Peker’i aşağılıyor” filan bile geçiyordur. Devleti milletle buluşturmak, Sedat Peker’le buluşturmak değildi. Ama bu noktaya geldiniz. “Ne yaptık biz” diye soramayacak kadar da zıvanadan çıktığınızdan, “bunu bize kim yaptı” diye sorup duruyorsunuz. Siz yaptınız. Siz yapıyorsunuz.
Gezi’den bu yana, size sizden gayrı düşman lazım değil ve zaten de ortada size düşmanlık yapan kimse yok. Zaten size sizden başka düşman lazım gelmediğini, daha Gezi süreci içinde söylediydim. Şimdi de şunu söyleyebilirim. Gezi’de başlayan süreç, aha bu Akademisyenler Bildirgesi ile sona erdi.
Artık bittiniz.
Gezi’de masum bir itiraza yönelttiğiniz orantısız öfke, çok mukavim görünen duvarı çatlatmıştı. Aydınlar Bildirgesi karşısında sergilediğiniz ve anlaşıldığı kadarıyla şehvetle sürdüreceğiniz orantısız öfke, o duvarı yıkacak.
Altında kalacaksınız.
Yazık ki suçsuz günahsız birilerinin canı yanacak. Ama sizin için yolun sonu.