Yönetimde İstikrar
Rivayet olunur ki, temsilde adalet ile yönetimde istikrar arasında bir çelişki var. Temsilde adalet vanası açıldı mıydı, yönetim sallanmaya başlar. Yönetimi sağlam tutmaya çalıştığınızda da temsilde adaleti gözden çıkarmanız gerekir.
Benim anarşist ruhuma göre, yönetimde istikrar olmasa da olur. Olmasa —hatta— daha iyi bile olur. Ama, yine bana kalırsa, yönetimde istikrar, öyle veya böyle, olur. Olmasına mani olmazsınız. Veya —daha doğrusu— temsilde adaleti ıskaladığınızda, ancak o durumda yönetimde istikrarsızlık riski baş gösterir. Aksi halde, yani temsilde adaleti sağladığınızda, sistem kendi içinden, gerektiği kadar, uygun olduğu kadar, makul olduğu ölçüde bir istikrarlı yönetim çıkarır. İstikrarın fazlası da zaten fazladır.
Size uymadı…
Şöyle söyleyeyim: İşin sırrı değişimde. Değişimin hızı düşükse, temsilde adalet zaten problem çıkarmaz. Toplumun ana gerilim aksları, bir tek seçim dönemi içinde bile, kendi temsilcileri vasıtasıyla uygun bir yönetimi bulur. Ama eğer değişim hızı yüksekse… İşte orada temsilde adaleti ıskalayan her yönetim, olmaması gerektiği kadar istikrarlı olduğundan, paradoksal bir biçimde, yönetilemez bir topluma yol açar.
Bir de şöyle söyleyeyim: Değişim hızı düşükse, iş gören bir yönetim kurulabilmesi için hem yeterli vakit olur, hem de de zaten hemen herkesin toplumun temel —ve yavaş değişen— parselasyonunu bilebileceği kadar vakit geçmiş olduğundan istikrarlı bir yönetim için gereken bilgi herkeste mevcut olur. Ama değişim hızı yüksekse, bugün, şimdi işe yarayan bir yönetim, kısa süre sonra iş göremez hale gelir. Temsilde adalet eksikse, fiilen ölmüş olan yönetimi değiştirme şansı olmadığından, toplum kendisine tamamen yabancı bir yönetimi sırtında taşımak zorunda kalır.
Elbette hayatta hiçbir şey çizgisel değil, döngüsel. Yani temsilde adaleti pas geçtiğiniz için ölmüş bir yönetime katlanmak zorunda kalmışsa bir toplum, bir yandan da bu baskı altında değişir. Mesela ne olur? Ölmüş sistemin kefenli muhafızları olur. Filan…
Çok hızlı değişen bir dünyada yaşıyoruz. Dünya ortalamasından çok daha hızlı değişen bir ülkede yaşıyoruz. Eğer temsilde adalet ile yönetimde istikrar arasında varsayılan çelişki sahiden mevcut olsaydı bile, ille de bir yana yatacaksa tercihimiz, temsilde adalet tarafına yatmalıydı. Ama 12 Eylül’ü imal eden dâhiler bütün paramızı yönetimde istikrara yatırdılar.
Siz de hiç itiraz etmediniz.
Olmaması gerektiği kadar istikrarlı yönetimlerimiz oldu. Yöneticilere itiraz ettiniz. Partilerine itiraz ettiniz. Ama o yönetimleri doğuran esas sebebe hiç itiraz etmediniz. Topluma verip veriştirdiniz ama temsilde adaleti sıfır mertebesine indirmiş bir sistemde toplumun yönetimde neredeyse hiç hissesi olmadığını/olamayacağını bile görmezden geldiniz.
Her kural değişikliğinin birçok neticesi olur. Temsilde adalet pahasına yönetimde istikrarı sağlamaya kast eden kural değişikliklerinin temsilde adaletsizlik ve yönetimde istikrarsızlık neticeleri oldu. Ama o kadarla kalmadı. Siyaset sisteminin toplumu dönüştürme aygıtı olduğu tamamen unutuldu mesela. Siyaset sanki bir yönetim fonksiyonuymuş gibi algılanmaya başladı. Başbakanlık koltuğunda oturan kişinin memleketi yönettiğini söylemek, sıradan bir zırvalık halini aldı. Demirel bir vakitler “memleket gemi mi ki batsın” dediydi. Ondan mülhem sorayım ben de, memleket bir şirket mi ki yönetilsin?
O kadarla da kalmadı. Toplumu temsil kabiliyeti olmayan mebuslar mesela, artık hiçbir şeyi temsil etmez olmadılar. Gerçi kendilerini bile temsil etmiyorlar ama kendilerini seçenleri (yani genel başkanlarını) temsil ediyorlar. Dolayısıyla memlekette, hiç hak etmedikleri kudrete sahip genel başkanlar ortaya çıktı. Hiçbiri, hiçbir biçimde denetlenemeyen genel başkanlar…
Ve saire…
İşin esası temsilde adalettir. Siyasetin meşruiyetinin yegâne dayanağı temsilde adalettir. Kalanı hikâye…