Yunanlılardan ve Çinlilerden Ne Öğrenmeliyiz?

Dünden devam edeyim.

Dünyaya şu açıdan bakmak, bu açıdan bakmaktan daha tam bir fotoğraf sağlamıyor. Analitik bir bakış açısı, holistik bir bakış açısından daha doğru da değil.

Şeylerin bağlamı var. Her birimiz başkalarına göre biçim alıyoruz mesela. Arkadaşlarımız şunlar değil de bunlar olsaydı, başka bir insan olacaktık. E, Nisbett haklıysa, antik Yunanlılar şeyleri bağlamından kopardılar ve dünyanın benzersiz bir yorumuna ulaştılar. Apaçık yanlış olan böyle bir tutumun, faydalı bir neticesi olması mümkün mü? Mümkün. Tarih, mümkün olduğunun şahidi. Öyle uzun ve geniş bir tarihe de lüzum yok, her birimiz, kendi hayatımız süresince, yanlış olduğunu sonradan teslim ettiğimiz bakış açılarıyla bir yığın yol aldık, iş yaptık.

Kaldı ki, antik Yunan ile antik Çin’e bambaşka bir açıdan bakmak da mümkün. Bence mesela, medeniyetleri âlemin düzeni hakkındaki algılarına göre tasnif edecek olursak, antik Yunan ve antik Çin medeniyetleri karşı karşıya gelmez, aynı torbaya girer.

Mısırlılar, Babilliler, hatta Hintliler ve çok sonra —onlardan tamamen bağımsız bir biçimde— Orta Amerika medeniyetleri, âlemin düzenli olduğunu kabul eden medeniyetlerdi. Onlar için esas meydan okuma, bu düzenin keşfi idi. Buna mukabil antik Yunanlılar ve antik Çinliler için âlem düzensizdir. Onu düzene koyan bir özne olmadan da düzene girmez. Dahası, âlemi düzenli tutmak da masraflı, yorucu ve beyhude bir iştir.

Nereden biliyorum?

Anlatması uzun sürer ama basit bir tek misal vereyim. Mısırlılar, Babilliler ve Mayalar, tapınaklarını âlemin düzenine öykünecek şekilde yapmışlardı. Mısırlılar ve Babilliler, kendilerinden çok sonra gelecek olan Yunanlılardan çok daha fazla astronomi biliyorlardı. Mayalar, gerçi daha sonra, ama tamamen bağımsız bir biçimde, mesela yılın uzunluğunu, Avrupalıların yüzlerce yıl sonra ancak hesaplayabilecekleri hassasiyetle hesaplamışlardı.

Buna mukabil, neredeyse her konuda spekülasyon yapan ve sayısız metin bırakan Yunanlıların dişe dokunur bir astronomileri yoktu. Şimdilerde, bu eksikliğin farkına varılmış olmalı ki, antik Yunan astronomisi konusunda zorlama isimler ortaya çıkarılıyor. Benzer bir durum, akla ziyan teknolojileri batıdan yüzlerce yıl önce geliştirilmiş olan Çin için de geçerli.

Astronomi neden mühim? Astronomi, ancak âlemin düzenli olduğunu varsayarsanız ve onu keşfetme ihtiyacı duyarsanız ilgi duyacağınız bir şey. Âlemin zaten düzensiz olduğunu varsayıyorsanız, astronomiyle neden uğraşasınız ki?

Yazdığı Sociobiology ile, kırk yıldır durulmayan bir polemiğe sebep olan Wilson mesela, Consilience adlı kitabında diyor ki mealen, antik Yunanlılar diğer medeniyetlerin aksine, âlemin düzenli olduğunu fark etmişlerdi. Bu bilgiyle büyülenmişlerdi. (Wilson bu ruh haline İyon büyülenmesi adını yakıştırıyor.) Bugün bilimsel bakış dediğimiz bütün çaba, o büyülenmenin meyvesidir.

Yalan.

Antik Yunanlılar, mesela matematik karşısında büyülenmişlerdi. Sayılarla ve Platonik geometrik cisimlerle oynayarak yapılabilecek olan şeyler onları büyülemişti. Sahiden de müthiş şeyler yaptılar. Hatta inanç sistemleri kurdular sayıların üzerine. Mesele şu: Matematik, sonradan görüldü ki, gerçekliğin modellemesinde işe yarar. Ama matematik gerçekliği modellemek için inşa edilmez. Matematik kurmacadır. Siz kurarsınız. İşe yarasın diye değil, gerçekliğe uysun diye değil, kendi içinde güzel olduğu için kurarsınız. (Benim bu konuda söylediklerime inanmayanlar, mesela Penrose’un muhtelif kitaplarına bakabilirler. Penrose, birçok başkası gibi, Platonik bir âleme ait olan ve insan zihninin ürünü olan matematiğin neden gerçekliğe uyduğu —haklı— sorusuna bir cevap uydurabilmek için türlü cambazlıklar yapar.)

Yunanlılar bilim yapmadılar. Bilime benzer bir şey de yapmadılar. Bol bol spekülasyon yapıp, bol bol varsayım ürettiler. Nisbett’in işaret ettiği gibi, antik Çinlilerden önemli bir farkları vardı: Tartışmayı seviyorlardı. Tartışabilmeleri için, toplumlarının monolitik olmaması gerekiyordu. Monolitik bir toplumda, birbirinden farklı bakış açıları olanlara yer olmaz.

Spekülasyon bilim için lazım şarttır ama yeter şart değildir. Bilim yapabilmek için, âlemin bir düzeni olduğunu varsayıp, yaptığınız spekülasyonu gerçeklikle sınamanız gerekir. Pre-Sokratik düşünürler böyle bir şeye tevessül ettilerse eğer, elimizde buna dair delil yok. Ama Platon sonrasında zaten böyle bir tutumun zemini kalmamıştı. Çünkü Platon, matematiğin yurdu olan insan zihnini kusursuz düzenli, gerçekliği ise iflah olmaz derece düzensiz iki ayrı âlem olarak tasnif etti.

***

Bütün bunlar bizi neden alakadar ediyor? Birçok sebeple. Bir kaçını sayayım.

Bir defa, antik Yunan hakkındaki hikâyenin yaygınlığı da gösteriyor ki, efsanenin yaşama gücü muazzam. Dolayısıyla, efsanenin hayatiyetine bakarak, onun doğruluğu, gerçeğe uygunluğu hakkında karar vermek saçma. Her efsane budaklı bir şey ve onun budaklarına yeni budaklı bileşenler ekleyenler oldukça, efsanenin gerçekliğe uygunsuzluğu hiç önem arz etmiyor.

İkincisi, buna bağlı olarak, Platon’a yapılan eklemelere benzer yeniden yorumlamalar, mesela Yunus veya Mevlana için de yapılabilse, Yunus veya Mevlana bundan bir şey kazanmaz (Platon’un kazanmadığı gibi) ama yapanlar kazanır. Platon gibi Yunus da, bugünün dünyası hakkında herhangi bir dişe dokunur şey söyleyebilmiş olamaz. Ama biz söyleyebiliriz. “Yunus ‘sevelim sevilelim’ demişti” diye klişeleri tekrarlayıp durmak yerine, Yunus’u okurken bizde uyanan çağrışımlardan birer dünya kursak, şimdikinden çok daha zengin olabilirdik. Teo Grünberg mesela, 1970’lerde, Bilim ve Teknik dergisinde, o dönemlerin moda kavramı olan sibernetiği, Nasreddin Hoca ve Sibernetik başlıklı bir diziyle anlatmıştı. Müthiş bir işti. Ama bugün Nasreddin Hoca’yı paylaşamayan Akşehir ve Sivrihisar’daki yığınla derneğin böyle bir işten haberi bile yok. Olsa, “Hocamızın özünü bozar” diye hasıraltına süpürürler.

Üçüncüsü, bunlara bağlı olarak, Türkiye’nin okullarında Platon okutarak Platon’a eklemeler yaptırmakla dünyayı zenginleştiremezsiniz. Onu bizden çok daha iyi yapacak altyapıya sahip olanlar var. Ama Binbir Gece Masallarına, Nasreddin Hoca’ya, Hacı Bektaş’a, Pir Sultan’a eklemeler yaparak dünyayı zenginleştirmek mümkün. Pir Sultan’ın “Allah Allah desem gelsem / Hakkın divanına dursam / Ben bir yanıl elma olsam / Dalında bitsem ne dersin” kıtasıyla başlayan şiiri mesela, bir Amerikalı şairin şiiri olsaydı, bugün Oyun Teorisini (Game Theory) konu alan hemen her kitabın başına onu görürdük.

Ama esas olarak şunu söyleyebilirim: Âlem düzenlidir. O düzene saygı duyup, onu keşfetmek için harcanan her çaba, benim için çok saygıdeğer. Bilim, bu tür çabaların en biçimsel olanı. Tekrarlayayım: Bilim, âlemin düzenli olduğunu varsaymayı dayatır. Yani hem “bilim de bilim” diye tutturacaksınız, hem de âlemi düzensiz bulacaksınız, işte o olmaz. Olursa, bu kadar olur. Kabahat âlemde veya ahalide değil.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin