Yurttaş Doğan

Orson Welles’in Yurttaş Kane’ini çocuk yaşta izlemiş olan bizler, mürekkebi varille satın alanlardan hep şüphe ettik. Dolayısıyla Aydın Doğan’ın bir halk düşmanı olarak konumlandırılması hiç zor olmadı —zemin zihinlerimizde hazırdı.

***

1995 seçim neticeleri üzerine “bu tablodan RP-DYP koalisyonu çıkar” diye yazdığımda, başta RP’liler ve DYP’liler olmak üzere, Ankara’da mevzua alakalı herkes —bu arada RP Ankara milletvekili Hasan Hüseyin Ceylan da— bana deli muamelesi yapmıştı. Malum Çiller, arkasına Doğan grubunun gönüllü desteğini alarak, bütün seçim kampanyasını anti-RP bir şemsiyenin altında şekillendirmişti. Ama ben de, birkaç yıldır Ankara’da yaşayan biri olarak, bu tür pozisyonların kalıcı olmadığını/olamayacağını öğrenmiştim.

Sonra, olmasını beklediğim şey oldu ve REFAHYOL koalisyonu kuruldu.

Bir gün bir dostumu görmek için Başbakanlığa gittim. Hasan Hüseyin Ceylan da oradaydı ve bana “nasıl koyduk ama” edalarıyla, “e, nasıl görüyorsun manzarayı” diye sordu. Kendince, kendileri hariç herkes RP’nin önünü kesmeye kalkmış ama muvaffak olamamışlardı. “Yahu sen inanmazken ben iktidar olacağınızı söylemiştim” filan demeye lüzum görmedim. “Manzarayı nasıl gördüğüm hususunda sana bir soru sorayım,” dedim, “ama bana cevap verme. Kendi kendine düşün, cevabı da sana kalsın.” Sonra 46 Ruhu diye bir şeyden söz edildiğini ama bizim yaşımızın 46 Ruhu denirken ne dendiğini anlamaya yetmeyebileceğini söyledim. “Ama 83 Ruhu diye bir şey var, farkındasın değil mi?” dedim. Başını salladı. “E peki, 25 yıldır iktidara gelmek için çırpınıp duran bir siyasetin kostaklanan bir temsilcisi olarak, 96 Ruhu diye bir şeyin mevcut olduğunu söyleyebilir misin?”

Makineli tüfek gibi mazeret üretmeye başladı. Kendisini görmeye gittiğim dostum “bak ‘bana cevap verme, kendin düşün’ dedi” diye durdurmasa durmayacaktı. Mevzu ile alakalı olan yanı şu: Bu arada Hürriyet gazetesinin bir nüshasını çıkardı. Güya bir gece önce Erbakan Başbakan olarak TRT’den millete hitap edecekmiş. Sonra milli maç nedeniyle program iptal edilmiş. Ama Hürriyet, sanki program yapılmış gibi, Erbakan’ı aşağılayan bir manşet atmış. İlk baskılar böyle çıktıktan sonra, programın yapılmadığı fark edilmiş ve ilk sayfa yıkılmış. Ama ilk baskılardan birini Hasan Hüseyin Ceylan ele geçirmiş, saklıyormuş. Ve saire…

Başında Ertuğrul Özkök olan Hürriyet böyle şeyler yapar mı? Yapmış mıdır? Başa döneyim, Yurttaş Kane’i çocuk yaşta izlemiş bizler için Hürriyet’in böyle şeyler yapması şaşırtıcı olmaz. Dolayısıyla, Ceylan’dan, Hürriyet’in o baskısından bir nüsha isteyip, delil olarak saklamak aklıma bile gelmedi. Delil lazım değildi, “yapmışlardır” dedim hep kendi kendime. Ceylan’a ise “böyle belden aşağı işler işleneceğini bilmiyor muydunuz?” diye sordum. “Bilmiyordu iseniz çok safmışsınız, memleketin size emanet edilmemesi lazımmış. Biliyordu iseniz tedbirini almanız lazımdı. Alamamışsanız çok beceriksizmişsiniz, memleketin size emanet edilmemesi gerekiyormuş.”

Niye hatırladım bunları?

Seçim öncesinde yeni bir şeytan icat edilemeyince, muhtelif dönemlerde şeytan kadrosundan istihdam edilmiş kim varsa, sırayla arz-ı endam ediyorlar. Doğan grubunun görev süresi de bu haftaya denk gelmiş besbelli.

***

AKP medya sektörüne —daha önceki hiçbir siyasi iktidarın aklına bile gelemeyecek tarzda— müdahil olunca, “eh bir akıl var yapılan işte” demiştim kendi kendime… Hürriyet’in, Cumhuriyet’in yıkıcı etkilerinden defalarca ağzı yanmış bir hareketin, benzer işler işlemeyecek bir medyanın gelişmesini arzuladığını varsaymıştım. Ne kadar safmışım. Onlar Hürriyet’e, Cumhuriyet’e özenir durularmış meğerse. Hasan Hüseyin Ceylan Hürriyet’in yalan söylemesinden müşteki değilmiş, yalanın kendilerinin aleyhine söylenmesinden kıl kapıyormuş. “Mademki biz iktidarız, Hürriyet de bize yaranmaya çalışmalıydı” diye düşünüyormuş meğer.

Mesele şu: AKP cenahında, Hürriyet’çiliği Hürriyet’çiler kadar maharetle yapabilecek kimse yokmuş. Sadece variller dolusu mürekkep değilmiş mesele, akla benzer bir şeylere sahip olmak da gerekiyormuş. AKP cenahında en kıt olduğu anlaşılan bir şeylere…

Eh, benim bildiğim kadarıyla, 1940’lardan, Hürriyet’ten, 27 Mayıs’tan, 12 Eylül’den, 28 Şubat’tan ve diğer pek çok şeyden ağzı yanmış, bütün bunlardan hoşlanmayan, pek akıllı pek çok kişi var/vardı. Onlar tedavülden kalktılar. Sabah’ı, Star’ı filan onlar yönetselerdi, köşe yazılarını onlar yazsalar, ekranlarda onlar boy gösterselerdi, işler bu kadar mide bulandırıcı hale gelmeyebilirdi. Ama iki şey oldu: Birincisi, Çalık’lar, Sancak’lar filan o sözünü ettiğim zevata tercih edildiler —çünkü daha sadık bulundular herhalde. İkincisi biraz akıl sahibi olanlar, baktılar ki akıl lazım değil Erdoğan’a, sadakat lazım, Erdoğan’dan daha akıllı görünmemek lazım, onlar da akıllarını vestiyere bıraktılar.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et