1984’ü Okumak
Serdar Akinan geçenlerde “Okumadıysanız Orwell’in 1984’ünü okuyun. Okuduysanız bir kez daha okuyun.” diye yazdı. İşaret ettiği şey, korkunun Türkiye’yi nasıl teslim aldığı idi.
Akinan’a katılıyorum, Türkiye’de korku kol geziyor. Ancak “Tüm bu süreçte ortada olmayan aktör kim? Farkında mıyız?” sorusunun muhtemel çağrışımları hakkında bazı itirazlarım var.
***
1984’ün yorumlarının çoğu, ya seyredenlerin seyredilmesini sağlayan iki yönlü teleekranlar yüzünden iletişim teknolojilerine, veya “Ağabey sizi gözetliyor” sloganlarının yaygınlığı yüzünden tavizsiz merkezi otoritelere vurgu yapıyor. Bence 1984’te teknoloji de, Ağabey figürü de birer figürandır. 1984’te bütün fertler hiçleştirilmiştir ve bu hiçleştirmeyi sağlayan şeyler, dilin içinin boşaltılması ve tarihin keyfe göre yeniden yazılabilmesidir.
1984 romanında, her yerde “Ağabey sizi gözetliyor” sloganlarını görebilirsiniz. Ama romanın hiçbir yerinde Ağabey yoktur. Zaten her şeyin, hiç eksiksiz, gerçekleşebilmesi için bir Ağabeye ihtiyaç olmadığını da hissedersiniz.
***
Orwell’e 1940’larda 1984’ü yazmayı ilham eden şeylerden en azından birinin, dönemin Türkiye’si olduğundan hiç şüphem yok. Eğer o dönemde değil de bu dönemde yaşasaydı, muhtemelen, Türkiye’ye bakıp yine 1984 benzeri bir roman yazabilirdi. Telefon dinlemeler belki de teleekranların yerine başka bir teknolojiye ilham verebilirdi. Bir düğmeye basıldığında harekete geçen, bir makinenin birer çarkına indirgenmiş bir yığın insandan müteşekkil teşkilatlar, belki yine “Ağabey sizi gözetliyor” sloganıyla ifade edilebilirdi.
Ama Türkiye’de, bence, mekanizmanın işleyişinin asıl unsurları yine dilin ve tarihin keyfi manipülasyonudur. Demokrasi kelimesi, Cumhuriyet, İslam, millet, milliyet, devlet gibi kelimeler, ama en önemlisi insan kelimesi, isteyenin istediği yere çekebileceği şekilde esnetiliyor. Böylelikle hemen her kelimenin içi boşalıyor. Tarih ise, zaten hanidir, her isteyenin istediği gibi yazıp, başkalarına karşı sallayabileceği bir kılıç.
Ama tekrarlayayım, bütün bunların bir merkezde, bir Ağabey tarafından yönetiliyor olması gerekmiyor. Dilini ve tarihini teslim aldığınızda, her toplum, kolaylıkla benzer bir doku çözülmesine uğrayabilir. Aslında, tıpkı 1984’te olduğu gibi, hepimiz bir başkasından korkuyor, bir başkasını korkutuyoruz.
***
Annesinin ve babasının Naziler tarafından götürülüşünü tavan arasından çocuk gözlerle seyretmiş olan Kosinski’ye, yıllar sonra, ünlü bir yazar olduğunda, gazetecinin biri, Naziler hakkındaki duygularını sormuştu. Verdiği cevap, bence, tüyler ürpertici bir yalınlığa sahipti: Çok mutsuz olduklarını düşünüyorum, eğer mutlu olsalar, başkalarına bunları yapmak akıllarına bile gelmezdi.
Türkiye, korku fazlarının birinden diğerine geçerek bugünlere geldi. Herkes korkuya tiryaki edildi. Kosinski’den ödünç alarak söyleyecek olursam, eğer bu kadar korkutulmuş olmasalar, başkalarını korkutmaya bu kadar teşne olmaz kimse.
Cemalettin N. TAŞCI