“Ama Çok Dalga Var”
23 Mart’ta şöyle yazmıştım: Mayıs başından başlayarak, Türkiye’de terör sönümlenecek. Ama devletin bölgedeki terörü tırmanacak. Hatta belki ülkenin batısındaki küçük merkezlerde Kürtlere karşı sivil görünümlü şiddet de tırmanacak.
Aslında Mart başından itibaren, politik mevzularda sohbet ederken hep, mesela Bozüyük, Fethiye, Turgutlu filan gibi ilçelerin adını vererek, dün Tavşanlı’da olana benzer şeylere hazırlıklı olunması gerektiğini söylüyordum.
Ee?
Eğer böyle şeyler olmasaydı “vay tahminlerimde yanıldım” demeyecektim. Dolayısıyla şimdi de “nasıl bildim ama” diyecek değilim. Çünkü tam da böyle şeyler olacağı değildi kastım. Tavşanlı’da olan olmasaydı, arkasından benzerleri Batı kasabalarında olmazsa da, bence, zaten tahmin ettiğimiz sürece girdik.
Nasıl bir sürece?
Türkiye’nin içinde Türk-Kürt gerginliğinin yeni bir faza geçeceği, artık devlet ile PKK arasında süren silahlı bir mücadelenin yerini sivil gerginliğin tırmanacağı bir sürece… Türkiye’nin Kürtlerinin “burada bize yer yok” demelerine yol açacak bir sürece…
Sözünü ettiğim neticeye bin farklı yolla ulaşılabilir. Zaten de bu yolların birçoğunda şu anda hızla yol almaktayız. Tavşanlı’da olanlar olmasaydı da, hızla başka kasabalara sirayet etmese de, zaten, Kürtlerin Türkiye’den duygusal olarak kesin kopuşları için çok şey yapılıyor. Veya “yapılıyor” yerine “oluyor” diyelim.
“Birileri bir yerlerde bir proje imal etti, o projeyi adı adım hayata geçiriyor, şimdi de sıra bu faza geldi” diyor değilim. Dünyaya böyle bakmıyorum.
Ya nasıl bakıyorum?
Türkiye’de bir şeyler yaşandı. Yaşananlar belirli kesimlerdeki hassasiyetleri yükseltirken, başka kesimlerde birikmiş gazı aldı. Ortaya yeni imkânlar çıkarken, daha sakin olan başka fay hatlarında enerji birikti. Öte yandan, Türkiye’nin dışında da, menfaati Türkiye’nin kaybetmesinde olan muhtelif aktörler, ciddi ölçüde mevzi kazandılar. Yani değişiklik sadece ülkemizin içindeki fay hatlarında meydana gelmedi, daha büyük ölçekli tektonik hareketler de gerçekleşti.
Somut konuşayım: Türkiye’de çözüm süreci boyunca ülkenin Kürtlerinin “galiba TC şemsiyesi altında ortak bir gelecek inşa edebileceğiz” hayali canlandı. “Canlandı” demek ne kadar doğru, bilmiyorum. Çünkü benim şahit olduğum dönemde Kürtlerin böyle bir hayali hiç olmadı. Belki 1920’lerin ilk yarısında olmuştur. Neticede Kürtler, böyle bir hayal inşa edebildiler. Buna mukabil, Türkiye’nin Türkçü kesimlerinde de huzursuzluk arttı. Bu süreçte bölgede de Rusya, İran ve İsrail’in hareketliliği yükseldi. Ancak sözünü ettiğim bölgesel tektonik hareketler ile Türkiye’nin içindeki fay hatları diyagonaldi. Dolayısıyla dışarıda artan basınç, içerideki riski artırmıyordu. 7 Haziran’dan sonra ülkede gerçekleştirilen U dönüşü, dışarıdaki basıncın içerideki riskini artırdı.
Daha açık söyleyeyim: 2012’den sonra mevzi kaybettiklerini hissedenler —yani Türkçüler— Rusya, İran ve İsrail için kışkırtılabilir, verimli kesimler değildi. Ama 7 Haziran’dan sonra kendilerini satılmış hissedenler —yani Kürtler— kışkırtılabilir ve verimli kesimler. Kaldı ki, Türkçülüğün örgütlenme tarzı da Kürtlerinkinden farklı. Türkçülük basınç altında olduğunda, bahse konu olan basınç, dalga dalga toplumun geniş kesimlerine yayılabiliyor ve böylece daha yaygın bir nüfus tarafından —tamamen eşit olmasa da— paylaşılabiliyor. Buna mukabil Kürt nüfus daha sıvılaşmış bir halde… Üzerine yüklenen basıncı —neredeyse hiçbir kayba uğramadan— diğer tarafa aktarabiliyor. (Kürt nüfusun sıvılaşmasının onlarca yılın işi olduğunu da hatırlatayım.) Kaldı ki, menfaatleri Kürt nüfusun menfaatleriyle çakışmasa —hatta çelişse— bile Kürt nüfus tarafından satılamayacak olan, bunun farkında olan bir de PKK var. Türkiye’de Türkçüleri kullanmak isteseniz, mektubu yollayacak belirgin bir adres bulmanız müşkül. Ama Kürtleri kullanmak istiyorsanız adres belli…
Türkiye Türkçülerin gazını almayı erteleyebilirdi. Ertelemez, bölgesel dinamiklerden faydalanarak Türkçülerin Kürt düşmanlığını tedavi edebilirdi. Öyle yapmadı. Türkiye’nin kırılgan olan yanını dalgalara verecek şekilde doksan derece döndü. Dolayısıyla Türkiye üzerinde oyun oynayabilecek, oynamayı tercih edecek ve oynayacak kadar kudreti olan aktörlere alan açılmış oldu. Hem siz alanı açacaksınız, hem de kullanmamalarını bekleyeceksiniz.
Eh, olacak iş değildi.
Şimdi seyredin siz, “bizi oyunun dışına itmek isteyenlerin komploları” türünden müdafaaları. “Ama söz vermiştiniz, söz akittir” filan türünden zırvalıkları.