Batının İcadı

Başlık “Batının yaptığı icat” vurgusuyla da, “Batı kavramının icat edilmesi” vurgusuyla da okunabilir. İkincisinden başlayacağım. Ama önce “ilham kaynağımı” açıklayayım.
Ayşe Zarakol’un Before The West adlı kitabı Batı’dan Önce adıyla Türkçe yayınlanmış. Kitabı okumadım, okuyacağımı da zannetmiyorum. Daha önce Yenilgiden Sonra Türkçe yayınlandığında yaptığı çeşitli söyleşileri izlemiştim —ki o tarihlerde, anladığım kadarıyla Batı’dan Önce kitabı İngilizce yayınlanmış, en azından hazırlanmıştı. Zarakol şimdi de Gazete Duvar’a bir röportaj vermiş. Zarakol’un Yenilgiden Sonra kitabı, iki yıl kadar önce verdiği röportajlar ve nihayet bu röportajı sonrasında zihnimde oluşan portre, bu yazıyı tetikledi.
Avrupa’nın ayrı bir kıta sayılıp sayılmayacağı tartışmalı bir mevzu. Sıradan insanlar —yani bizler— arasındaki yaygın kabulün, yani Avrupa’nın ayrı bir kıta sayılmasının tarihini bilmiyorum ama M.Ö. 6. Yüzyılda Hekataios’un Avrupa’yı ayrı bir kıta olarak çizmesi kaynak olarak kabul ediliyor. Mesele şu ki Hekataios’un çizdiği haritalarda Sahra altı Afrika da, İran’ın doğusu da yok. Yani dünya kabaca Avrupa, Avrupa büyüklüğünde bir Afrika ve benzer büyüklükte bir Asya’dan müteşekkil. Kaldı ki Avrupalıların, mesela 13. Yüzyılda, yani Hindistan, Çin, Sahra altı Afrika gibi yerlerden nihayet haberdar oldukları dönemlerde, bu defa da Hekataios’u bilmediklerini düşünebiliriz. Yani Avrupa, muhtemelen 19. Yüzyılda, en erken 18. Yüzyılın ikinci yarısında icat edilmiş bir kavram gibi duruyor.
Avrupa adında ayrı bir kıta icat edilmesi, Batı diye bir kavram icat edilmesini de kolaylaştırmış olmalı. 16. Yüzyılda II. Felipe’nin bütün Avrupa’yı birleştirip Türklere karşı dirençli bir birlik oluşturması hayalleri, hayal düzleminde de olsa vardı. Ancak bir olmayanı birleştirme konusundaki bütün hayaller gibi bu hayal de tam tersine sebep oldu, Avrupa “ufalandı”. İki Yüzyıl boyunca Avrupalıların öldürdüğü Avrupalıların sayısı, öldürdükleri veya ölümüne sebep oldukları Amerika yerlilerinin, Afrikalı kölelerin ve Türklerin sayısını fersah fersah aştı. Sonra 19. Yüzyıl geldi. Avrupalılar uzun süren bu barış ve zafer yüzyılında, birçok başka şeyin yanı sıra Avrupalılığı, yani “Batı”yı da icat etmişler gibi görünüyor.
İcat ettiler, yani yoktu öyle bir şey. Unutmamak gerekiyor ki, dünyanın kalanına bütünlüklü bir şey gibi görünen Batı, 19. Yüzyılda da Birleşik Krallık, Fransa arasındaki kıyıcı rekabetin sahnesiydi —nispi barış atmosferi Birleşik Krallığın arayı açmış olmasının ürünüydü. Öte yandan Almanca konuşulan bölgelerde ve hatta bugün İtalya olan bölgede de “Batı”nın iki büyük gücüne karşı bir başkaldırı filizleniyordu. Yani Batı denen şey ile dünyanın kalanı arasındaki gerilimden daha yüksek bir gerilim, Batının içinde sürüyordu. Dolayısıyla Batının Batılılar tarafından icadı, esasen, Batılıların Batı dışına ihraç etmek amacıyla icat ettikleri bir meta olarak görülebilir.
Buradan başlığın “Batının yaptığı icat” imasına geçebiliriz.
Avrupalılar birbirleriyle itişip durdukları üç yüzyıl içinde, sahiden de dünyayı değiştiren bir icat yaptılar. Eğer birbirleriyle didişmeselerdi, bir “birlik” olsalardı muhtemelen yapamayacaklardı. Mesele şu ki, yaptıklarını bir “keşif” olarak pazarladılar. Avrupalıların yaptığı icat neydi? Kabaca özetleyecek olursak, burjuvazi adı verilen bir sınıf icat ettiler. Onlar da reayayı işçileştirdiler. Çok daha sonra dünyayı işçilerin değiştireceği türünden hayaller kurulsa da, esasen burjuvazi değiştirmişti. Nitekim zamanla işçiler ve işçilik marjinalleşti ve burjuvazi dünyanın karın ağrısı olarak büyüdü, yaygınlaştı. Herkes —işçiler de— az çok burjuvalaştı.
Burjuvazi, benim anladığım kadarıyla, Birleşik Krallığın “kırsalında” doğdu, serpildi. Sonra zamanla Avrupa’nın diğer bölgelerine sirayet etti. Zamanla aristokrasinin —hep, her şeye sahip olacakmış gibi görünenlerin— sahip olduklarının bir bölümüne el koydu. Temellük edemedikleri de aristokrasiyle birlikte çürüyüp gitti. Bir bakıma, burjuvazi aristokrasinin barındığı şatoya girdi, kıymetli bulduğu, işe yarar gördüğü her şeyi yağmaladı, mülküne geçirdi, geriye kalan kavramlar, değerler ve saire de, burjuvazinin yağmaladıkları zenginliğin desteği olmadan hayatta kalamayacak kadar zırva oldukları için ölüp gitti. Cenazesi bile kaldırılamadı.
Mesele şu ki Batı, Aydınlanma aklıyla, bütün bu olup biteni tarihin kaçınılmaz akışı olarak formüle etti. Yani orada, tıpkı Kuzey Kutbu veya maddenin hareket kanunları, kütle çekimi gibi bir şey vardı. Kim bulsa aynı şeyi bulacağı bir şey. İşte onu, yani “insanlığın kaderini”, Avrupalılar bulmuştu.
Kendi hesabıma, Batının yaptığının bir keşif olduğunu “öğrenerek” büyüdüm. Onun bir keşif olmadığını, icat olduğunu, keşif olduğu hikâyesinin Batıyı meşrulaştırmaya hizmet ettiğini, ta otuzlu yaşlarımın sonlarında idrak ettim. Daha gençken de içimi sıkıştıran bir his vardı ama gerçek manada aydınlanmam, dediğim gibi, otuzlarımın sonlarında ancak gerçekleşti.
İşaret etmem gerekiyor, Batıyla bir alıp veremediğim yok. Batının yaptığı büyük bir icat, şüphem yok. Batı ile diğerleri (West versus rest) arasındaki denklemi içinden çıkılmaz hale getiren, dünyanın kalanında muazzam travmalara yol açan bir icat. Ve şimdi, Batının 17. Yüzyıldan itibaren hayata geçirdiği icadı, benzer bir karşı icatla, mesela Asya’nın kökleri üzerinden, Moğollar üzerinden Çin ve Hindistan’ı bir araya getirmekle filan dengelemek mümkün değil. Dünyayı kökten değiştirmiş bir icatla yaşamak zorundayız ve eğer dünyayı bir defa daha değiştirmek gibi bir niyet varsa, yepyeni bir icat gerekiyor, daha önce yapılmış bir icadı bir defa da bizim yapmamız değil.
Batının yaptığı şey bir keşif olsaydı, mesela Kuzey Kutbunun keşfi gibi bir şey olsaydı, “aynı Kutbu bir de biz keşfedelim, keşfetmek için şöyle yapalım” demek saçma olurdu. Aynı derecede saçma olmasa da, “Batının yaptığı icadı biz de Moğollar üzerinden yapalım” demek de, bana kalırsa, saçmadır. Batının hikâyesine Batılı bir hikâyeyle karşılık verilemez. Zaten verilmesi de gerekmiyor. Batının hikâyesi, bütün olumsuz neticelerine mukabil, aristokrasinin kendi mülkü olarak gördüğü yığınların özneleşmesi gibi son derece olumlu bir bakiye de üretti. Şimdi başka ihtiyaçlarımız var. O ihtiyaçları karşılamak amacıyla bir icat gerekiyor. Batıyı dengelemeyi veya ona cevap vermeyi hedefleyen değil, Batıyı da kapsayacak bir hikâye yazmak gerekiyor. Batıyı dövmek, ondan intikam almak manalı bir iş değil, Batıyı da ihtiva edecek, onu dünyayı değiştiren biricik özne tahtından indirip sıradanlaştıracak bir “icat” lazım.