Çevre Hakkında Söylenmemiş Her Şey
Kordonboyu’nda bir akşamüstü. Eski dostlar oturmuş, Kordonboyu boyunca denizi doldurup araç trafiğini hızlandırmayı akıl eden akıllar hakkında fikir teatisinde bulunmaktayız. Çoğumuz Kolej mezunu. Benden birkaç sonraki bir dönemden olduğunu anladığım biri geldi, gruba katıldı. Kısa birkaç hamleden sonra, Kordonboyu’na müdahale eden zihniyeti insan türünün tümüne teşmil ederek, “İnsanlığın bir yılda tükettiği miktarı doğa bir yılda yerine koyamıyor” dedi. Son derece bilmiş bir edayla, “İnsan türü dünyanın kanseridir” diye ekleyerek, son noktayı da koydu.
Kimseden bir itiraz yükselmedi. Hemen her biri iflah olmaz birer Aydınlanmacı olan okumuş çocukların hiçbiri, mensubu olduğumuz türü müdafaa etme ihtiyacı hissetmedi. Konu herhalde bu minval üzere gelişecekti ki, “Şu ağacı görüyor musunuz?” dedim, “Onun bir yılda tükettiğini, eğer insanoğlu olmasaydı, tabiat bin yılda yerine koyamayacaktı.”
Evet, öyledir sahiden. Çünkü her bir ağaç bir yıl boyunca bir yığın CO2‘yi tüketir, O2’yi tabiata geri verir, karbonu stoklar. Zaten bu sayede büyür. Demek ki, tabiat ile ağacı birbirinden ayırıp ele alacak olursanız, tabiatın herhangi bir andaki halini de muhafaza edilmesi elzem bir denge hali olarak değerlendirirseniz, her bir ağacın tabiata müthiş zarar verdiği neticesine varmanız son derece kolaydır.
Canlılık belirmeden önce atmosferin bol miktarda CO2, NH3 ve COH4 ile eser miktarda serbest O2’den müteşekkil olduğunu tahmin ediyoruz. Yeryüzünün kanseri olan soysuz ve sorumsuz bitkiler, atmosferi sömürdüler. Olanca CO2’yi alıp, yerine O2 vere vere, atmosferin kimyasını geri dönüşsüz bir biçimde bozdular. Koskoca atmosferin… Tahayyül edebiliyor musunuz? Edemezsiniz. Tabiat bu zararı milyarlarca yıldır telafi edemiyor.
İmdi…
Ben ağaçlara bayılırım. Ağaçların arasından bir ağacın dikkatimi çekmesi, dikkatimi çeken o ağacı muazzam bir hayranlıkla saatlerce seyretmem filan, vaka-i adiyedendir. Yani elbette ağaçların yeryüzünün kanseri olduğunu düşünmüyorum. Derdim son derece sarih: Ağaçları yeryüzünün kanseri olarak görmediğim gibi, insan türünü de yeryüzünün kanseri olarak görmüyorum. Tastamam aynı sebeplerle…
Aydınlanmadan önce Hümanizma vardı. İnsan türüne şartsız bir saygı, insan aklına neredeyse sonsuz bir güven duygusu yani. Aydınlanma dediğiniz şey, başka birçok şeyin ama en çok da Hümanizmanın çocuğudur. Rüştünü ispatlaması gerektiğinde Aydınlanmanın öz babasını öldürmek zorunda kalması da bir tür Oedipus kaderi herhalde. Günümüzün Aydınlanmacılarının kahir ekseriyeti, insan türünden nefret ediyor.
İnsan iyidir, akıllıdır. İnsan türünün iyi olması için, her bir insan tekinin ayrı ayrı kusursuz olması icap etmez. İnsan türünün aklına güvenilebilmesi için, her birinin akıllarının sizin aklınıza uyması da elzem değil. Kordonboyu’nda denizi dolduran akıllar Aydınlanmacı akıllardı. Ona itiraz eden akıllar da Aydınlanmacı akıllar. İnsan ve tabiatı birbirinden ayırıp değerlendirmeler yapabilmek Aydınlanmacı akıllar gerektirir. Herhangi bir andaki denge durumunu kutsallaştırmak için de Aydınlanmanın ilhamına ihtiyacımız var.
Aydınlanma sayesinde çok yol aldık, çok mesafe kat ettik. Ama vardığımız noktada Aydınlanma katarı artık bizi taşıyamaz. Nereden biliyorum? İnsan türünü aşağılayarak varılabilecek bir yer yok. Kendimize saygı duymayı yeniden öğrenmemiz gerekiyor.
Cemalettin N. TAŞCI