Cleolar ve Biz

Zizek, Roma filmini eleştirmenlerin yanlış okuduğunu iddia etmiş.
Önce…
Filmi yarısına kadar izleyebildim. Herhalde aldığı övgüyü hak edecek bir filmdir ama benim ruh durumuma denk düşmedi. Yine de, karakterler ve temsil ettikleri şeyler hakkında Zizek’in sözünü ettiği şeyleri anlayabilecek kadar izlemişim.
Önce sahneyi kuralım. Meksika’da üst-orta sınıf bir aile ve onların hizmetinde olan, neredeyse ailenin bir ferdi gibi görünen Cleo var. Ama ailenin bir ferdi gibi görünmek ile ailenin ferdi olmak arasında ciddi bir fark var. Mesela birlikte televizyon izlenebiliyor ama televizyondaki filmin en heyecanlı yerinde Cleo’dan bir şey talep edilebiliyor. Cleo’nun “şu sahne bir bitsin” deme şansı yok. Daha biçimsiz yanı, ailenin köpeği avlunun her yerine pisleyip duruyor ve Cleo onları temizleyip durmakla yükümlü. Sonra, Zizek’in yazdıklarından anladığım kadarıyla, dramatik gerilim yükselmiş, evin erkeği karısını terk etmiş. Hemen hemen aynı dönemde Cleo, kendisini terk eden erkek arkadaşından gebe kalmış. Ölü doğum yapmış ve saire…
Eleştirmenler filmi her nasıl okudularsa artık, Zizek, “içerisinde yalnızca kendimizi iyi hissetmekle kalmayıp, aynı zamanda iyi bir şeyler yaptığımızı da hissettiğimiz zincirlerden kurtulmak çok zordur” demiş. Kendisini iyi hissetmekle kalmayıp iyi şeyler de yaptığını hisseden, Cleo.
Zizek haklı mı? Haklı.
İyi de…
Oğlunu okutabilmek için orta sınıfa mensup şımarık kadınların evlerine temizliğe giden, onların manasız kaprislerine katlanmak durumunda olan bir kadını tasavvur edin. Oğlunun okul masraflarını karşılayabiliyor, onun akranları arasında mahcup duruma düşmemesini sağlıyor olduğu için kendisini iyi hissetmesi beklendik bir şey mi? Bence öyle. İyi şeyler yaptığını da hissediyor olabilir mi? Bence kesinlikle. Bu halde kadın kime, neye zincirli? Roma filminin ve Zizek’in ona getirdiği yorumun ima ettiği kadarıyla, kadın oğluna zincirli.
Bu soruları şimdi soruyor değilim. Ta 17-18 yaşlarımda sordum. Geçenlerde bir defa daha sormaya teşebbüs ettim ama protokol meselesine dalıp gittim, soru orada öylece kaldı. Zizek’in Roma okuyuşundan yola çıkarak bir defa daha sorabilirim.
Cleo ile —onu hem fiziksel ve hem de duygusal olarak daha iyi sömürebilmek için neredeyse ailenin bir parçası olarak kabul eden— şımarık üst-orta sınıf aile arasındaki biçimsiz ilişki, filmin yönetmeni Cuaron tarafından gözümüze sokulmuş. Dolayısıyla, filmi masanın üzerine koyup da yukarıdaki sorulara ondan yola çıkarak cevap aradığımızda… Evet, Cleo zincirlenmiş durumda. Mesele sadece Cleo’ya yaşamak zorunda kaldığı hayatı dayatan maddi şartlardan kaynaklanmıyor, Cleo’nun ruhu köleleşmiş.
Peki…
Cuaron’un derdi ne? Ne demek, ne yapmak istiyor? Cleoların yaşadıkları gibi yaşamamaları gerektiğini söyleyen bir film yaparken, Zizek o filmi yanlış okuyanları deşifre ederken, duygusal olarak Cleolara zincirlenmiş değiller mi? Birisi o filmi yaparken ve diğeri de yazılarını yazarken, sadece kendilerini iyi hissetmekle kalmayıp aynı zamanda iyi bir şeyler yaptıklarını da hissetmiyorlar mı? Onların hissiyatı ile Cleo’nun zengin çocuklarını kurtarmak için hayatını riske ettiğindeki hissiyatı arasında hangi mahiyet farkı var ki, birisi soylu, diğeri kölece oluyor?
Bir de şöyle sorayım: Cleo’ya “sen kölesin ve köle olmayı içselleştirmişsin” diyenler, Cleo’nun kafasının içinde ve/veya ruhunun derinliklerinde neler olup bitiyor olduğunu nereden biliyorlar? Hangi öncüllerden yola çıkıp, hangi akıl yürütmelerle hayatını anlamlandırdığı hakkında kimin ne kadar fikri var? Belki de bizim aklımıza bile gelmeyecek açıklamaları var Cleo’nun yaşadığı hayatı değerli bulmak için. Cleo’nun hayatı neden Cleo’nun değil de bizim değer yargılarımızla tartılmalı?
Bir adım daha atayım: Otomobilini daracık park yerine sarhoş kafayla sokmaya çalışırken duvarların sıvasını dökmeyi umursamayan —nasılsa Cleo çaresine bakmak zorunda— ev sahibesi şımarık da, Cleoların hayatlarının tartılması için uygun olan terazinin bizim elimizdeki olduğundan şüphe etmeden filmler yapan, yazıp çizen, gevezelik eden bizler daha mı az şımarığız?
***
Yukarıda dedim, kırk beş yıl önce sordum bu soruları kendime, muhtelif biçimlerde. Hâlâ sorup duruyorum. Bu soruların cevaplarını bilmiyorum.
Ama…
Cleoların ve/veya oğlunu okutabilmek için saçını süpürge eden kadınların hayatlarını değiştirmek, onları köleliğe mecbur kalmaktan kurtarmak için kolları sıvamış olanların çözüm tekliflerinin büsbütün manasız olduğunu biliyorum. Mesele de Cleoları yanlış okumalarından kaynaklanmıyor, hayat denen şeyi yanlış okumalarından kaynaklanıyor.
Cleo, esasen tamamen manasız olan hayatına mana katabilmek için bir yol bulmuş. Cuaron ve Zizek de tamamen manasız olan hayatlarına mana katabilmek için bir başka yol bulmuş. İki yol arasında çok bariz bir asimetri var: Cleo’nun yaşaması için Cuaron ve/veya Zizek’in hayatına müdahale etmesi lazım değil ama Cuaron ve Zizek ancak Cleoların bulduğu çözümleri bozabilirlerse, muhayyel bir daha iyi / en iyi için Cleo’nun iyisini imha edebilirlerse huzur bulabilecek, kendilerini iyi hissedebilecekler.
Bu asimetriden sayısız soru zuhur ediyor. Mesela, hangi hayatların neden daha manalı ve daha iyi olduğu sorusu. Mesela nasıl yaşanırsa hayatın daha manalı olacağı konusundaki referansların nereden türetildiği sorusu. Ve mesela, Cuaron’un, Zizek’in, benim, muhtemelen sizin, Cleoların hayatını tanzim etme görevini nereden aldığımız, bu hakkı neye yasladığımız soruları…
Yani?
Cleo’nun karşısına geçip, “sen senin için neyin iyi olduğunu bilmiyorsun, ben ise sadece benim için, sadece senin için değil, herkes için iyi olanın ne olduğunu biliyorum” deme küstahlığının yaslandığı şey ne? Ben bir yol bulsam, müdahale etsem ve Cleo zincirlerinden kurtulsa mesela… Nasıl bir hayatı olacak? Kendisini iyi hissedebilecek mi? İyi bir şeyler de yaptığını hissedebilecek mi? Eğer öyle hissetmeyecekse, Cleo’nun hayatının benim müdahalemle daha iyi olduğunu söylemek mümkün mü?
Bitirmeden tekrarlayayım. Cuaron’un ortaya koyduğu biçimiyle Cleo’nun maruz kaldığı şartlar, şahit olan insanın içine sindirebileceği şartlar değil, itirazım yok. Cleo’ya ve Cuaron’un hikâyesine ihtiyacımız yok, her gün, her birimiz, benzer bir yığın Cleo ve benzer bir yığın hikâyeye şahit oluyoruz ilaveten.
Ama… Şartlar ne olursa içe siner hale gelecek? Diyelim ki bildik, “şöyle olursa makbul” diye bir çözüm bulduk. O çözüm nasıl inşa edilecek? Cleoları mı değiştireceğiz, oyunun kurallarını mı? Oyunun kurallarını değiştirdiğimizde, Cleoların o yeni kurallarla biçimlenmiş oyunda kendilerine yine iyi hissedebilecekleri birer niş bulmaları garanti olacak mı? Nasıl olacak da olacak? Doğru kuralları bulan ve o kurallara uygun bir sistemi inşa eden biz olduğumuzda, Cleolar tarihi bırakın kendi hayatlarının bile seyircisi haline getirilmiş olmayacak mı? Özne değil, nesne haline indirgenmiş olmayacaklar mı?
Doğru dürüst ifade edebilmişim gibi gelmiyor ama siz anlamışsınızdır derdimi. Eğer anladıysanız, şunu söyleyebilirim ki, günümüzdeki esas gerilim, bizler ve Cleolar arasında yaşanıyor. Cleoların kendilerini maddi ve duygusal olarak sömüren şımarık patronlarına karşı ayaklanacaklarını tahmin ediyorduk. Bu ayaklanmanın maddi şartlarını inşa etmeye soyunmuştuk. Tarihin öznesi olmayı hak ettiğimizden zerre kadar şüphemiz yoktu. Ve durduk yerde, Cleolar bize karşı isyan ettiler.
Durduk yerde? Pek sayılmaz. Özneleşebilmesi ancak herkesi nesneleştirmesine bağlı, bir tuhaf zümreyiz biz.
Haddimizi öğrenmezsek, başımız beladan kurtulmayacakmış gibi görünüyor.