Deprem
İzmir’de deprem olmuş. Herkese geçmiş olsun.
Bu vesileyle deprem denen hadisenin bende tetiklediği şeyleri bölük pörçük bir biçimde tezgâha yayayım.
Önce şahsi deprem algım.
İzmir’de kolejde okuduğum yıllarda (1966-70 arası) bir ara öyle olmuştu ki, neredeyse her gece depremle uyanıyorduk. Koğuştaki ranzalar kayıyor, koğuşun bir tarafına yığılıyordu. Muhtemelen o tecrübenin etkisiyle, depremi biraz şiddetli bir yağmuru nasıl algılıyorsam öyle algıladım yıllar boyu. 83’te askerlik için Erzincan’a gittikten kısa bir süre sonra büyük bir deprem oldu. Gecenin köründe olan depreme uyanıkken yakalandım. Çok korkuldu. Kendi hesabıma deprem algımda bir yaralanma olmadı. 99 depremine Eskişehir’de bir başıma yakalandım. İlk defa çok korktum. O depremi odağında yaşayanların tecrübelerini tahayyül etmem bile imkânsız.
Yani… İlk defa 99’da, deprem denen hadise, günlük rutinin ne kadar kırılgan olduğunu gösterdi bana. Tasalarımın, sevinçlerimin, hayallerimin, hayal kırıklıklarımın, çok önemsediğim her şeyin ne kadar önemsiz olduğunu ilk defa o deprem sabahında hissettim. Bütün o “yeni” şeyleri hissederken de… Bir gün öncesi ile tamamen aynı biyolojiye, tamamen aynı sosyal ağa sahip olduğum halde, diğer her şey aynı kaldığı halde, sadece bir “bilginin” eklenmesiyle her şeyi ne kadar farklı görmeye başladığımı fark ettim.
Çok ürktüm.
Ürküntümün kaynağını ifade edebildim mi, bilmiyorum. Kendilerinden şüphe etmek için hiçbir sebep bulamadığım bütün önceliklerin, bütün heveslerin, bütün hayal kırıklıklarının, esasında, bir kabuller sisteminin mahsulü olduklarını, o kabuller sisteminde değil de başka bir matriste, başka bir paradigmada yaşasam hiçbir geçerlilikleri olmadığını fark etmek… Sindirilmesi güç geldi bana.
Hayatımızın belki de en sabit şeyi gibi görünen yerin bile sabit olmadığını görmekten farklı bir şeyden söz ediyorum. Referanslarımızın referans olmadığını, kabuller olduğunu zaten biliyordum. Benim ben olmadığımı, ben zannettiğim şey olmadığımı, bir tek bilgiyle altüst olabilecek olduğumu sindirmek güç gelmişti.
***
Depremler, depremde yaşamış olanlara, dünyanın sabitlerinin olmadığını da hep göstere geldi. Hemen her afet sonrasında “hayatımız ne kadar kırılgan, pamuk ipliğine bağlı” bilgelikleri meydan görür, malumunuz. İnsanlar ölümü düşününce de, ölüm sonrasını düşünmeye başlıyorlar. Afetler, en azından kendi gözlemlerine yaslanarak diyebilirim ki, iman tazeleme vesilesi oluyorlar.
Muhtemelen siz de şahit olmuşsunuzdur, kendisindeki ve çevresindeki iman tazeleme sürecinde pek çok kişi, “Allah kendisini hatırlattı” manasına gelecek lafları meydana döker, bu tür bilgeliklerin frekansı artar. Meselem iman tazelenmesi ile değil. Meselem, eğer biz bir şeyi hatırlamışsak, yani bize bir etki gerçekleşmişse, tam da bu etkiyi kast eden bir öznenin var olduğu varsayımıyla. Eğer deprem bizim iman tazelememize sebep olmuşsa, demek ki “biz iman tazeleyelim diye” vuku bulmuş olmalı.
Saçma mı göründü? Bence olup biten her şeyi yorumlama tarzımıza, kullandığımız lisana bakın, göreceksiniz ki dünyayı böyle okuyoruz. Mevzu politika olunca, muhtelif çıkar çatışmalarının neticesinde gerçekleşmiş olan bir hadiseyi ABD’nin Çin’i dizginlemek için kurduğu tezgâh gibi faktörlerle açıklamak son derece normal görünüyor mesela. Mevzu bir deprem veya kişisel bir travmaya yol açan bir hadise —bir yakınımızın ölümü mesela— olunca, şahsi şokla orantılı olarak büyüyor bu kavrayış. Büyüyünce de, büyüklüğü ölçüsünde rahatlatıcı ve o ölçüde saçma oluyor. Rahatlatıcı olduğu için de, saçmalığına rağmen dile getirilmesine göz yumuluyor.
Demek istiyorum ki, hayatımızı gözden geçirmemize, günlük rutinimizi sorgulamamıza sebep olacak kadar ciddi bir şey olmuşsa, unuttuğumuz bir şeyleri hatırlamışsak… Birisi bize hatırlatmak için yapmış olmalı bütün bu işleri. Hiçbir şey kendiliğinde olmaz çünkü.
***
Bu kavrayışın bir yan ürünü olarak…
Dün bir rutinin esiriydik. Bir felaket oldu, dünkü rutinin ne kadar saçma olduğunu birden idrak ettik. Evet, bir felaketi atlattık, hayattayız —o felakette hayatını kaybedenler mevzu dışı, çünkü onlar dünkü rutinlerini sorgulama fırsatına sahip değiller. Şimdi, dün farkında olmadığımız bir şeylerin farkındayız artık. Yani daha iyi bir haldeyiz.
O halde…
Bizim iyiliğimizi isteyen bir özne olmalı. Bizi yanlış bir yoldan çeviren, doğru bir istikamete yönlendiren iyi bir özne. Bizi kayıran, bizi düşünen, bizi bütün yanlışlarımıza rağmen seven bir özne…
Hâlbuki meseleye şöyle de bakılabilirdi: Başımıza bir felaket geldi ve o felaketten ders aldık. Eğer daha iyi biri olduysak, demek ki daha iyi olabilecek, felaketlerden ders çıkarabilecek bir donanıma sahibiz. İyiyiz biz.
Hepimiz.