Filanca tarihte bir torba yasanın içinde imar barışı geçirilmiş, muhalif mebuslar da ona olumlu oy vermiş… Filan… Sonra bana “neden okumuş çocuklarla bu kadar uğraşıyorsun” diye sitem ediyorlar. Yahu ben ne yapayım? Nasıl tutayım dilimi? Kadının Çeşme’de bir arazisi var. İçine bir bina dikmek istiyor, mevzuat izin vermiyor. Kadına akıl veriyorlar, “hemen dik, seçimden önce
Bay Erdoğan’ın en belirgin özelliği, haddini bilmesi. Şöyle düşünün, eğer yeterince zeki, akıllı, güçlü, zevkli, çevik, yaratıcı, mahir biri olduğunuzu varsayıyorsanız, bu vasıfların gerektiği durumlarda şartları kontrol etmeye kalkmazsınız. Diyelim pazınıza çok güveniyorsanız, sokak ortasında bir kabadayı size —veya çaresiz bir ihtiyara mesela— sataşırsa, “bir bakayım bakalım etrafta bunun arkadaşları var mı, şu taşı da
İzmir’de deprem olmuş. Herkese geçmiş olsun. Bu vesileyle deprem denen hadisenin bende tetiklediği şeyleri bölük pörçük bir biçimde tezgâha yayayım. Önce şahsi deprem algım. İzmir’de kolejde okuduğum yıllarda (1966-70 arası) bir ara öyle olmuştu ki, neredeyse her gece depremle uyanıyorduk. Koğuştaki ranzalar kayıyor, koğuşun bir tarafına yığılıyordu. Muhtemelen o tecrübenin etkisiyle, depremi biraz şiddetli bir
Elazığ’da bir deprem oldu. Resmi verilere göre 41 kişi hayatını kaybetti. Her biri, geride bıraktıkları için, dünyada hayatta olan milyarlarca insanın muhtemelen hepsinden kıymetli 41 kişi… Geride kalanlara sabırlar dilerim. İnsanın, insan hayatının sayılara indirgenemeyecek kadar kıymetli olduğunu bilmeyecek kadar nobran biri değilim —öyle olmadığımı zannediyorum. Ama… Benzer ölçekte bir deprem eğer yüz yıl önce
Tuhaf işler oluyor. İstanbul’da deprem olmuş. Millet teyakkuza geçmiş. 17 küsur yıllık iktidarın –herhalde çok seviyor olmaları sebebiyle– İstanbul’u perişan ettiğini gösterebilseniz, iktidarın en has destekçileri bile satın almaya hazır. Gösteremiyorsunuz. Üstüne, iktidar sahipleri bugüne kadar yapmaları gerektiği halde yapmadıkları, -mış gibi bile yapmadıkları şeyleri birden –mış gibi yapmaya heveslenmişler. Önünüze bir top daha düşmüş.
Türkiye’de kamyonların alnında yazan “Allah Korusun” ibaresi üzerinden mesela, memleketin okumuş çocuklarıyla yıllar boyunca tartışmıştım. Tezleri kabaca şöyle bir şeydi, “adam oraya ‘Allah Korusun’ yazınca Allah’ın koruyacağına inanıyor, tedbirsiz araç kullanıyor, yollardaki kazaların çokluğu da bu zihniyetten kaynaklanıyor”du. Gerçeklik böyle miydi? Yani adam “nasılsa Allah Koruyor” diye direksiyonu yolun dışına çeviriyor muydu mesela? Başka ülkelerin