İmar Barışı Meselesi
Filanca tarihte bir torba yasanın içinde imar barışı geçirilmiş, muhalif mebuslar da ona olumlu oy vermiş… Filan…
Sonra bana “neden okumuş çocuklarla bu kadar uğraşıyorsun” diye sitem ediyorlar. Yahu ben ne yapayım? Nasıl tutayım dilimi?
Kadının Çeşme’de bir arazisi var. İçine bir bina dikmek istiyor, mevzuat izin vermiyor. Kadına akıl veriyorlar, “hemen dik, seçimden önce bir imar barışı gelir, üç, beş bir şey öder, kurtulursun.” Bir deprem olsa o bina yıkılacak mı? Bana sorarsanız, yıkılmayacak. Mesela Bodrum’da, Antalya’da kaçak yapılmış, imar affından faydalanmış binalar da yıkılmayacak. Bu depremde yıkılan binaların sizce ne kadarı imar affından faydalanmış binalardır? Bence pek azı. Mesela Adana’da sınırlı sayıda bina yıkıldı, muhtemelen hiçbiri imar affından faydalanmış değildi —“öyle bir şey olsaydı şimdiye kadar ayyuka çıkmış olurdu” diye de düşünüyorum, yanılma payımı saklı tutarak. Ama eminim, Adana’da imar affından faydalanmış sayısız bina var.
İmar affını mazur gördüğüm düşünülmesin. Elbette karşı çıkılması gereken bir şey olarak görüyorum ve karşıyım. Meselem o değil. Şu ortamda imar affını gündeme getirmenin doğurduğu netice ne? “Muhalefet de mevcut yıkımın mesulleri arasında” hissiyatından başka ne?
Yahu siz deli misiniz? Ey okumuş, güya muhalif çocuklar, siz, yani kendisini memleketin vasatından çok daha akıllı gören, “aydınlanmış” gören, rasyonel düşündüğünü zanneden güruh, sizin akli kapasiteniz bu mu?
Muhalefeti her fırsatta ne kadar edepsizce eleştirdiğimi bilen biliyor. Derdim muhalif siyasi aktörleri korumak filan değil. Her türlü melanette çok ciddi mesuliyetleri olduğunu düşünüyorum. İmar affına da karşıyım, tekrarlayayım. Yahu şimdi gündemimiz muhalefet mi, imar affı mı, şu başımıza gelen melanette muhalefetin ne kadar hissesi olduğu mu?
Deprem olmuş. Memlekette görüp göreceğimiz —umarım— en büyük deprem olmuş. Masa başında oturan ve her şeyi kuruşuna kadar öngördüklerine göre fena halde liyakat sahibi oldukları da anlaşılan “iktidarın okumuş çocukları”, öngördükleri şey gerçek olduğunda, gerçekliğin onların tatbikatını yaptıkları şeye benzemediğini görmüş, paralize olmuşlar.
Olur a!
Ama orada kalmamışlar, “yahu biz öngörmüştük ama meğer işler öyle olmuyormuş, özür dileriz” demek yerine, defter tuttuklarını, kendilerine “e, neredesiniz” diyene hesap soracaklarını söylemişler. Günlerdir, “deprem bölgesinde devlet yok” denip duruyor. E, devlet zaten oralarda olmuyor. Nerelerde oluyor? Bant daraltmada, “devlet nerede” diyeni içeri atmada, elinde telsizle “devlet nerede diyorsun, işte buradayım kes sesini” diyerek, başkalarının yardımlarına el koyup kendi marifetiymiş gibi göstererek var ve hep oralarda oluyor. Devlet var yani. Olanca ağırlığıyla ve olmayı itiyat haline getirdiği her yerde, “fazlasıyla” devlet var. Nerede arayacağınızı bilirseniz, aramaya lüzum kalmadan bulabiliyorsunuz. Hatta ona da lüzum yok, o sizi buluyor. Enkaz altındaki canlı insanları bulamıyor ama Erdoğan’a bir laf edin bakalım, sizi bulması kaç dakika sürüyor!
Yeni bir şey değil bu. “Kendisine” bir devlet bu. Hep öyleydi ama devletin böyle bir devlet olmasının maliyeti apaçık bir biçimde, herkes tarafından idrak edilebilecek bir biçimde açığa çıktı.
Şimdi imar barışı tartışmanın sırası mı?
Şimdi aramaya üşendim, okumuş çocukların —besbelli kendisini pek akıllı zanneden— biri, ciddi ciddi, “yapı denetim şirketlerini kim denetliyor” mealinde bir soru sormuş. Bakın ciddi ciddi sormuş bunu. Başımıza çökmüş devlete bir kat daha eklemekle problemin çözülebileceğini vehmediyor. Bir sonraki depremde, “yapı denetim şirketlerini denetleme kurumunu kim denetliyor” diye soracak, eğer enkaz altında kalmazsa. Müteahhitler, belediyeler, yapı denetim şirketleri ve saireye bir unsur daha ekleyecek.
İhtilal yapsak, işbu okumuş çocukları bakan, belediye başkanı filan yapsak… Zannediyorlar ki anlaşılan, lego parçalarından tren yapar gibi, memleketin onlarca yılda birikmiş çarpık yapılaşma problemlerini bir çırpıda çözüverecekler. Bu işler öyle mektep kitaplarında anlatıldığı gibi olabilir zannediyorlar anlaşılan.
O işler öyle olmuyor.
Mesele liyakat meselesi değil. İmar affı meselesi değil. Müteahhitlerin ahlakı meselesi değil. Kimsenin ahlakı meselesi değil. “Her problem çözülebilir, yeter ki akıllı, bilimsel düşünen birleri yetkili kılınsın” varsayımı. Bu varsayımı devlet denen mekanizmanın bütün hücrelerine yedirmiş 12 Eylül aklı. Bu akılla hayatı boyunca bir defa bile yüzleşmemiş “okumuş” çocuklar.
Karşılıklı birbirini denetleyen alternatif odakların karmaşık mimarisini tesis etmeden, içine düştüğümüz bataktan kurtuluş şansımız yok. O mimari de mekteplerde okutulmuyor. İçinde yaşadığınız hayattan öğrenebilirsiniz onu, evliliğinizin seyrinden, iş arkadaşlarınızla ilişkilerinizden, çocuklarınızın sizin hayalinize hiç uymamasından, iyi olsun diye yaptığınız şeylerin size ve başkalarına yüklediği maliyetlerden… Düşünerek… Ezberle değil yani.
Üstümüzden bir deprem geçti. Depremden sonra, neredeyse depremden de büyük olarak bir devlet geçiyor. Süleyman geçiyor, Fahrettin geçiyor. Sizin, benim hürriyetlerimizi, hürriyetlerimizden geriye kalan kırıntıları imha etmeye kararlı, bu depremi bir fırsata çevirmeye hevesli bir alçak güruh ellerini ovuşturuyor.
İmar barışının sırası mı şimdi?