Hasta mıyız, Değişiyor muyuz?

Melike Demirbağ Kaplan adında bir profesör varmış. İktisatçıymış ama tüketim kültürü üzerine çalışıyormuş. Benim kendisinden haberdar olmama sebep olan tweetindeki tespitine göre, ülkenin bir yarısı diğer yarısı da kendisi kadar mutsuz olsun diye uğraşırken, diğer yarısında da “aman ha, benim imkânlarıma ulaşamasın” saplantısı varmış. Tweeti benimle paylaşan, “aylardır dediklerini başkaları da fark etmeye başlamış” diye paylaşmış.

Beni bir düşünce aldı. Ülkenin “alttaki yarısı” mutsuz mu? Üstteki yarısı da kendisi kadar mutsuz olsun diye mi uğraşıyor?

Bundan otuz yıl önce aklıma bu sorular düşse, her ikisine de tereddütsüz “hayır” derdim. Bundan otuz yıl önce, güvenceli bir gelirden mahrum olan, şehirlerin çok daha az hizmet alan bölgelerinde veya kasabalarda yaşayan kesimler, kesinlikle yüksek ve güvenceli gelir sahibi olan ve nispeten lüks mahallelerde yaşayan kesimlerden daha mutluydu. Son derece basit bir sebebi vardı, her şeyi kendilerine dert etmiyorlardı. Lüks mahallelerde yaşayan akranları yüzlerindeki sivilceleri dert ederken mesela, onlar tuttukları takımın maçına kaçak girmeyi başardıkları için mutlu oluyorlardı. Daha iyi şartlara sahip olanlar çocuklarının Galatasaray Lisesine girememesini, Alman Lisesine fit olmak zorunda kalmasını dert ederken, ötekiler nihayet çocuklarına elden düşme bir bisiklet alabildikleri için kendilerini başarılı görüyorlar, çocuklarının yüzündeki sevinçle gurur duyuyorlardı.

İşaret edeyim, bugünden geçmişe bakıp nostaljiyle bulaşık bir tespit yapmıyorum, o yıllarda yazıp çizerken de, içinde yaşarken de bu tespiti yapıyordum. Melike Demirbağ Kaplan’ın teweeti, otuz yıl önce pekâlâ mutlu olan —benim de mutlu olduklarını bildiğim— kesimlerin şimdi ne halde olduklarını bilemiyor olmamla yüzleştirdi beni. Şimdi bana öyle geliyor ki, otuz yıl önce pekâlâ mutlu olan, en azından hissedilir bir yaşama sevincine sahip olan alt kattakiler bugün aynı derecede mutlu değiller. Ama emin olamıyorum. Haklarındaki bilgilerime güvenim düştüğüne göre, onlarla irtibatım zayıflamış. Bunu bir kenara not ettim. Yine de “mutlular mı, mutsuzlar mı, birini seç” zorlamasıyla karşılaşsam, “en azından eskisi kadar mutlu değiller” cevabını verirdim herhalde. Uzun süredir, sokakta karşılaştığım insanların hemen hepsi mutsuz, gergin, öfkeli.

Neden böyle oldu? Zannımca, alt kattan üst kata çıkma kanalları genişlediği için böyle oldu. Ancak bugünlük derdim bu sorunun cevabını bulmak değil.

Dün Dink’in katledilişinin yıldönümünde, ondan bir alıntı paylaştım. Ermenilerin ve Türklerin hasta olduklarını, ancak birbirlerini iyileştirebileceklerini iddia etmişti Dink. Benim dünya ve insan kavrayışıma denk gelen bir tespit. Çözümler “dışarıda” değil, “yukarıda” hiç değil. Filan.

Bu topraklarda yaşayan insanların arasında kendilerine Türk denenler ile Ermeni denenlerin birbirine değen yüzeylerinde iltihap biriktiği, bir tedavi ihtiyacı olduğu fikrini, alt kattakiler ile üst kattakiler arasındaki ilişkiyi tanımlamak için de kullanabilir miyiz? Yani ortada bir “hastalık” hali mi var, yoksa toplumun bir fazdan bir faza geçerken yaşamak zorunda kaldığı bir hal mi —malum, insanlar ergenlik dönemlerinde, çocukluktan yetişkinliğe geçerken de pekâlâ hastalık belirtisi sayılabilecek belirtiler sergilerler?

Dünyanın tamamının birçok düzlemde aynı anda olmak üzere bir transformasyon geçiriyor olduğunu düşünüyorum uzun yıllardır. Herhangi bir düzlemdeki puzzle çözülmeden, başka boyutlardaki başka düzlemlerde de işler karışıyor. Ama her şeye rağmen, sergilenen bütün semptomları bir metamorfozun neticeleri olarak okumak mümkün. Böyle okumanın pratik olarak da daha faydalı olduğunu zannediyorum, ilaveten.

Ancak Türkiye’de yaşananları bir “hastalık” olarak okumak bana daha makul görünüyor. İki kat arasındaki birikmiş sıkıntıları kendi şahsi ve keyfi iktidarı için uzun süredir kaşıyan Erdoğan, bana öyle geliyor ki, tabii karşılanabilecek bir kaşıntıyı kangrene dönüştürdü. Dink’in Ermeniler ve Türkler için söylediği gibi, burada da kesimler ancak birbirlerini sağlatabilirler. Ancak Erdoğan bu tür neticeler doğurabilecek temasları baştan dinamitliyor olduğu için, sıkıntı giderek büyüyor.

Ve tabii bir de mevzuu asla anlamamış olan bir muhalefetimiz var, tuhaf varsayımlarının mevcut semptomları açıklamakta tamamen kifayetsiz kaldığını fark etmemekte ısrar ediyor.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et