Kahramanlığın Trajedisi
Henüz TRT’den başka televizyon yoktu, Birand 32. Gün’ü TRT’de yapıyordu. Arada bir Roma veya Tokyo’ya uğrasa da, genellikle Washington, Moskova, Londra, Bonn, Paris arasında gezinmekle yetiniyor, bu da beni fena halde kızdırıyordu. “Bu dünyanın Kahire’si, Rio’su, Tahran’ı yok mu” mealinde bir yazı yazıp gazeteye yolladım. Yollar yollamaz pişman oldum. Ama teknoloji bugünkü gibi değildi, yazının yayınlanmasını engellemek konusunda elimden gelen bir şey yoktu. Çok şükür, olmayacak şeyler oldu, yazı yayınlanmadı.
Yazdığım yazıdan neden pişman olmuştum? Olacak iş değil ya, Birand yazıyı okusa, telefonu açsa, “Elini tutan mı var kardeşim, sen de dediğin yerlerden bir 33. Gün yap” dese, cevaben diyebilecek bir lafım olmadığını akıl etmiştim de, ondan.
Peki, bu hatıra durduk yerde neden aklıma düştü? Aslında bugünlerde değil, Türkan hanım kanun namına derdest edildikten hemen sonraki günlerde, bilgisayarımdaki posta kutuma düşen yüzlerce mektup yüzünden hatırladım yazdığım yazıyı. Tanımadığım, bilmediğim adreslerden gelen, ama bir merkezde tasarlandığı besbelli olan bu mektuplar, mealen, Türkan hanımın ayrımcılık yaptığını, sadece belirli vasıflara sahip olan kızlara destek verdiğini, farklı ifadelerle tekrarlayıp duruyordu. Mektupları okurken “Elinizi tutan mı var kardeşim, siz de başkalarına destek verin” diye geçti içimden. Ama anında fark ettim ki, zaten tam da öyle yapıyor, Türkan hanımın metoduyla, sadece kendileri gibi olanlara destek veriyorlardı. Türkan hanım, zaten, Hocaefendi’nin yıllardır tatbik ettiği metodu kopyalamış, karşı cenahta tekrarlamıştı.
Kahraman bir kadın vefat etti. Bütün kahramanlar gibi, trajik bir hayatı oldu. Hasımlarının metotlarını kopyalamak zorunda kalmak gibi… Muradı her ne idiyse, tam tersine hizmet etmek gibi… AKP’nin rüyasında bile göremeyeceği % 47’nin ardında, Türkan hanımın ve arkasında hizalanmış neferlerinin büyük emeği ve hizmeti var mesela. “Bir de bu mücadeleyi vermeseydik kim bilir neler olacaktı” diye düşünmüş olduğunu umarım. Böyle düşündüyse kesinlikle haksızdı ama böylelikle hiç değilse kendisi mutlu olmuştur. O da az şey değil yani.
Neticeten, birbirinin değirmenine su taşıyıp duran iki ordu, birbirinin saflarını kalabalıklaştırıp sıklaştırarak, muazzam bir meydan savaşına tutuşmuş haldeler. Savaşı kimin kazanacağını bilemem, ama her meydan savaşında olduğu gibi, savaşın yapıldığı meydan, yani bu defa Türkiye’nin sosyolojisi tarumar oldu. Bu ölüm kalım savaşından Türkiye’nin, kendisi ve insanlık için uzun vadede bir fayda hâsıl edip edemeyeceğini şimdiden bilebileceğimize ihtimal vermiyorum. Muhasebeyi gelecek nesiller yapar artık.
Şimdilik yapabileceğimiz şeyler sınırlı. Kendisi böyle bir temenniden hoşlanır mıydı bilemem ama Türkan hanıma Allah’tan rahmet dilemekten fazlası elimizden gelmez. Arkada bıraktıklarının acısını ancak tahmin edebiliriz. Onların ve Türkiye’nin başı sağ olsun. Hepsine Allah sabır versin.
Duaya başlamışken, memleketi de ihmal etmeyelim: Allah kahramanlarımızı başımızdan eksik etmesin, ve lakin memleketi kahramanlara ve kahramanlığa muhtaç etmese daha da iyi.
Cemalettin N. TAŞCI