Kriz ve Önyargılar
Einstein’in “Bir önyargıyı yıkmak, atomu parçalamaktan zordur” deyişi meşhurdur. Haklı çıkmak için elinden geleni de esirgemedi. Kuantum teorisinin Kopenhag yorumunu çürütmek için bir ömür harcadı. Ne yazık ki önyargıları hatalıydı. Çürütülemeyecek bir şeyi çürütmeye uğraşıyordu. İşin daha eğlenceli yanı da şu: İnsanlığa izafiyet teorisi gibi muazzam bir eser hediye etmiş olduğu halde, aldığı yegâne Fizik Nobel’ini kuantum teorisine yaptığı katkı sebebiyle almıştı.
Neyse, konumuz fizik değil, önyargılar.
Lüzumundan çok tükettiğimize siz de katılıyor musunuz? Dünyayı tükettiğimizi öne süren ve bizi bunun farkına varmaya davet eden onca yüce gönüllü var, seslerine kulak vermek gerektiğini düşünmüyor olamazsınız, değil mi?
Peki, özellikle Türkiye’de ve dünyanın bu geri kalmış bölgesinde üretmeden tükettiğimiz iddiasını da haklı buluyor musunuz? Tüketmeyi hak edebilmek için üretmemiz gerektiği, ancak üretirsek kalkınabileceğimiz, gerçek istiklale ancak üretirsek kavuşabileceğimiz, dünyanın müreffeh toplumları arasında muteber bir yer edinmenin yegâne yolunun üretimden geçtiği gibi yargılara da katılıyor musunuz?
Şu da var: Bir yumurtayı on kişiye taşıtmanın yanlış olduğunu, uluslararası rekabette nal toplamamak için olabildiği kadar ileri teknoloji kullanan, olabildiği kadar verimli, yani daha az insan emeğiyle daha çok imalat yapan bir sanayi lazım geldiğini de biliyorsunuzdur mutlaka. (Üretim geniş bir kavram, biliyorum. Ama Türkiye’de üretimi kutsayanların kastettiği şeyin münhasıran sınaî imalat olduğunu da biliyorum.)
Galip ihtimal, tüketimin kötü, imalatın, tasarrufun ve verimliliğin iyi olduğunu düşünüyorsunuzdur. Eğer öyleyse, size kalırsa, içine düştüğümüz kriz Amerika’daki bazı finansçıların ahlaksızca, kestirmeden para kazanmaya kalkışmasından kaynaklanmıştır muhtemelen. Eğer o ahlaksızlar bunu yapmasalardı, sistem uygun kontrol imkânlarına sahip olsaydı da hayali para yaratılamasaydı, insanları bu kadar sorumsuzca para harcamaya sevk eden reklamlar ve kredi kartları filan da denetlenebilseydi, kriz filan olmayacaktı. Her geçen gün daha yüksek verimle, daha muazzam üretimler yapmayı sürdürecek…
Sahi ürettiğimiz onca şeyi –tüketmeyeceğimize göre– ne yapacaktık?
Verimi artırmak, daha çok imalat, buna karşılık daha az işgücü ihtiyacı, dolayısıyla da daha az ücret demektir. Daha az ücret ise daha az talep demektir. Demek ki artan imalatımız için daha çok istihdam gerekir. Daha çok istihdam, daha yüksek verimle çalışılan bir iktisatta, çok fazla imalat demektir. Çok fazla imalat ise, söylemek bile fazla, çok fazla tüketim gerektirir. İmalat talebi çok aşmışsa, talep yaratmak için reklamcılar lazımdır. Yetmez, yaratılan talebin gerçekleşebilmesi için finansçıların para yaratması gerekir. Yani eğer reklamcılar ve finansçılar olmasaydı, reel sektör diye kutsanan şey çoktan mevtaydı.
Aslını ararsanız, yakınları için kabul etmek zor gelse de, sanayi fiilen mevtadır. Merhumu iyi bilirdik. Müthiş hizmetlerini gördük. Sayesinde çok zenginleştik. Ama işte buraya kadarmış. Allah rahmet eylesin, hepimizin başı sağ olsun. Bu krizden sonra sanayi, bugünkü tarımın statüsüne sahip olan, katma değer ve istihdam yaratma kabiliyeti olağanüstü daralmış bir sektör olacak.
Neyse, bir önyargıyı yıkmak, atomu parçalamaktan zordur ve iktisat alanında önyargıdan bol bir şey yok.
Cemalettin N. TAŞCI