Musa

Atılgan (Bayar), “Musa’nın yaşamış olduğuna dair herhangi bir tarihi veri yok” demiş olan Celal Şengör’ün ifadeye çağrılması üzerine “bakalım savcı Musa’nın yaşamış olduğunu nasıl ispat edecek” diye bir mesaj attı. Ben de cevaben, “senin yaşadığın ülkede mahkemelerin böyle bir durumda kalsalar Musa’nın varlığını ispat etmeleri gerekeceğini öğrenmiş olduk, ne banal, bence Türkiye’ye gel, burada öyle dertler yok, çok eğleniyoruz” dedim. Sonra ilave ettim, “burada yargı bağımsız, gerçeklerden, adaletten, mesuliyetten bağımsız”.

Aramızda kalacaktı, Fatih Altaylı izin vermedi. O da “bakalım savcı bey Hazreti Musa’nın yaşadığını nasıl kanıtlayacak” diye sormuş.

Büyüklerimiz, “akıllar pazara çıkmış, herkes kendi aklını almış” derlerdi. Akıllar pazara çıksa, ben de kendi aklımı almayı düşünüyordum. Ama şimdi caydım, Atılgan’ın veya Altaylı’nın aklından isterim.

Bakın efendiler, memlekette savcıların herhangi bir şey kanıtlamak gibi bir yükümlülükleri yok. İddia etmek gibi faaliyetlere bile lütfederlerse tenezzül ediyorlar. Ama işbu davada savcının Musa’nın yaşamış olduğunu ispatlaması zaten gerekmiyor. Gerekse kolaydı, yazardı Kuran’daki Musa ayetlerini. Daha sağlam delil var mı? Ama ona bile ihtiyaç yok. Çünkü mesele, “kutsal değerlere hakaret” türünden bir mesele. Yani orada birileri “ama ‘Musa yok’ dediler, fena halde incindim” dedi mi, tamam.

***

Daha önce anlatmış olmalıyım, 28 Şubat sürecinde bir albay emeklisiyle bir vesileyle aynı ortamda bulunduk. Beyefendi heyecanla anlatıyordu ortaya, bir arkadaşları vefat etmiş, cenazesine gitmişler. Cenaze namazı kılınırken cemaatten birileri albayıma ve diğer üniformalılara “ulan cenazenizi bile kendiniz kılmıyorsunuz, bize kıldırıyorsunuz” sitemiyle bakmışlar. Albayım fena halde incinmiş. Ben de “hassasiyetinize hayranlık duydum” dedim, “ama belki memlekette başı örtülü kadınların da, onların başörtüsü yüzünden başı derde giren eşlerinin, çocuklarının da hassas bir yerleri vardır, yapıp ettiklerinizden inciniyorlardır.” Sizi temin ederim, Albay yüzüme, daha önce benzer herhangi bir laf işitmemiş, aklına böyle bir ihtimal gelmemiş olduğunu aşikâr edecek bir gözle baktı.

Ne anlamış oluyoruz? Bu memlekette iktidar koltuğuna oturan birden hassaslaşıyor. Kırk kat şiltenin altına konmuş bir zeytin çekirdeği, gece uykularını kaçırıyor. Hafif bir yel nazik ciltlerini tahriş ediyor. Olur a, dert değil. Ama başkalarının taşın üzerinde yatarken veya kasırga ortasında hiç de etkilenmediğinden emin olmaları hayranlık verici.

Hani Atılgan’ın veya Altaylı’nın aklının yanında biraz da o hassasiyetlerden düşerse hisseme, başka bir şey talep eden Süleyman olsun.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin