Pandemi ve Sosyal Medya

140journos “Tadı Tuzu Kalmadı” adıyla bir video yayınlamış. Kronometre tutmadım ama görüntülerin herhalde yarısının konuyla, sözlerle alakası yok. Haksızlık ediyor olabilirim, çünkü konu ne onu da pek anlamadım. Tadı tuzu kalmayan ne? Neden kalmamış?

Okan Bayülgen açısından bakınca, anlaşılır bir şeyler var. Bir vakitler o konuşuyormuş, herkes dinliyormuş. Şimdi sosyal medya sayesinde herkes —sözü olmayan da— iştahla konuşuyormuş. (Yani Bayülgen’in sözü varmış da…) Haliyle Okan Bayülgen açısından bakınca tadı tuzu kalmamış gibi görünmesinde bir tuhaflık yok.

Video galiba münhasıran sosyal medya hakkında değil, bambaşka mevzularla başlıyoruz çünkü. Ama sosyal medyaya gelip dayanıyoruz. Bir yanından bakınca, mesajlar şöyle düzgün bir profesyonel düzenleme sürecinden geçmediği için kötü. Öte yandan bakınca da kontrol yok zannediyoruz ama var. Fenası, görmediğimiz bir kontrol.

Filan…

Devam etmeden söyleyeyim, profesyonellik öyle matah bir şey değildi. İlaveten kontrollü bir ortamdan daha az kontrollü bir ortama geçiş, kontrolsüz bir ortama geçilemediği için ayıplanamaz.

İmdi…

Dün Celal’le İstiklal Caddesinde bir tiyatroya gittik. Cadde Galatasaray maçındaki Kadıköy tribünleri gibiydi. “İki yıl önce bugünlerde neler konuşuluyordu, hatırlıyor musun” diye sordum Celal’e. Pandemi geçip gidecek ama insanlar bir daha asla birbirlerine temas edemeyeceklerdi. İnsanın diğer insanları potansiyel bir bulaştırıcı olarak gördüğü günlerdi. İnsanın insanlardan korktuğu… Çok korkanlar, hep korkacakları tahmininde bulunuyorlardı. “Öyle olmaz” dediğimde, meselenin ciddiyetini kavramamış olduğum için halime ve saflığıma acıyan gözlerle karşılaşıyordum, eğer hakarete uğramıyorsam. Üşenmeyip arasam, belki de böyle laflar ettiğim videoların altında, son derece bilmiş bu tür iddialar hâlâ duruyordur.

Dinamik süreçlerin, iç içe geçmiş pozitif ve negatif geri bildirim döngülerinin karşılıklı etkileşiminin sebep olduğu karmaşık ve nonlinear (doğrusal olmayan) seyrini defalarca yaşadığı halde, insanlar, dalganın kavisine yaşamakta oldukları anda bir teğet çizip o teğetin sonsuza kadar süreceğini varsaymaktan usanmıyorlar. Şimdi sosyal medya hakkında konuşurken yaptıkları gibi. Televizyonun yükselişi ve düşüşünü yaşamış olanlar, bir yandan o süreci hatırlatırken, bu defa sanki mevcut teğet sonsuza kadar gidecekmiş gibi konuşuyorlar, bilgiç bilgiç.

Okan Bayülgen sahnede göründüğünde de, onun gibilerin sonsuzca çoğalacağını tahmin etmek, öyle önüne gelenin TV kanalı sahibi olmasının sonsuza kadar süreceği, hepimizin üç beş medya patronunun keyfinin esiri olacağı, Bayülgen gibilerin toplumu biçimlendireceğinden filan şikâyet etmek modaydı. Bayülgen’in seviyesiz sululuklarına bakıp “nerede o eski ağır, tumturaklı adamlar” lafları hemen her meclisin mevzuuydu.

Öyle olmadı.

Sosyal medyanın ne hal alacağı, nereye doğru evrileceği, hangi yaralara merhem olup hangi hasarlara sebep olacağı hakkında şöyle dört başı mamur bir fikrim yok. Ama ne olmayacağını biliyorum. 140journos videosunda çok bilmiş edayla üfürüp duranların söylediklerinin hiçbiri olmayacak.

Ne olacak olduğu hakkında “hiçbir fikrim yok” da değil ama. Bundan yirmi yıl sonra birileri, yirmi yıl sonraki bilmem neye bakıp, “ah sosyal medya öyle miydi” filan diye nostaljilere dalacak, abuk sabuk lafları hikmetmiş edasıyla arka arkaya dizecek.

Pandemi daha bitmedi. İstiklal Caddesi de, Kadıköy veya Dolmabahçe tribünleri de, sanki iki yıl önceki tecritler, korkular hiç yaşanmamış gibi. Üzerinden sadece iki yıl geçmiş. Yanılmışsın. Fena halde yanılmışsın. Sadece “başkaları” değil o üst üste yığılan insanlar, sen de insana temas etmeye can atıyorsun.

Neden öğrenilemiyor? İnsan neden “yahu ben böyle zırva bir tahminde bulunmuştum, yanılmışım, acaba nerede hata yaptım” diyemiyor?

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin