Tercih Denen Şey

Bu millet adam olmaz azizim!
Adam Artvin’den kalkmış, Bursa’ya yerleşmiş. Paris varken, Londra varken, ne bileyim Roma, Prag filan varken Bursa’ya… Süzme ahmak bunlar, süzme zevksiz… Daha fenası da var. Adam Tokat’ta yaşamayı seçmiş mesela. Okumuş, Hacettepe’den mezun olmuş, hekim olmuş… Gitmiş Tokat’ta yaşıyor. Bu tercihi yapan adamdan hayır gelir mi?
Bu millet asla adam olmaz. Adam otomobil diye dandik bir Doblo almış. Ulan hiç mi akıl olmaz adamda! Esas mühimi o da değil. Adamın otomobili var. Yani? Kullandıkça atmosfere egzoz gazı salıyor. Atmosfere egzoz gazı salmayı tercih etmiş adam. Tabiata zerre kadar merhameti yok. Havayı kirletmeyi tercih eden adamdan hayır gelir mi?
***
Bağışlayın, espri kabiliyetim pek yüksek değil ama bundan daha iyisini de yapabilen biriydim. Son dönemde iyiden iyiye balataları sıyırdım. Ancak bu kadar olabiliyor.
Derdim herhalde anlaşılmıştır, birini yaptığı bir tercihe bakarak etiketlemek büsbütün manasız bir şey. Oy verdiği siyasi parti tercihi için de aynı şey geçerli. Nasıl otomobil sahiplerinin derdi atmosferi kirletmek değilse, AKP’yi —veya başka bir partiyi— seçenlerin derdi de ortaya çıkan neticelere bakarak anlaşılmaz. Otomobil sahibi olmayı seçtiniz ve benzine zam gelip duruyor. Diğer ihtiyaçlarınız için ayırdığınız bütçeden kısmak zorunda kalıyorsunuz. Hâlbuki otomobil sahibi olmayı tercih ederken kastınız bu değildi. “Ooo, olmadı, böyle hesaplamamıştık” deyip otomobilinizden kurtulmaya kalkıyor musunuz? Kalkmıyorsanız, size bakıp, “ulan bu herif giderek yoksullaşmayı tercih ediyor” desem?
Diyelim CHP’ye oy veriyorsunuz. “Muhalefette kalacak, muhalefette kalmaya razı, üstelik doğru dürüst muhalefet de yapamayacak bir parti arıyordum, CHP’yi buldum” filan gibi açıklanabilir mi dünyadaki duruşunuz? CHP’nin muhalefet yapamadığını söyleyenlere —mesela benim gibilere— “öyle diyorsun ama filanca tarihte şu soru önergesini verdi, falanca tarihte şu mevzuu Anayasa Mahkemesine götürdü” filan gibi cevaplar verirken, esasen, siz de CHP’nin yapıp ettiklerini içten içe yetersiz buluyor değil misiniz? O halde “ama AKP yol yaptı” diyenler de oy vermelerini kendilerine meşrulaştırmak için mazeret buluyor olamazlr mı?
***
Her tercih kompleks bir sürecin neticesinde ortaya çıkar. Kimse atmosferi kirletmek kastıyla veya benzincileri zengin etmek için otomobil edinmeye kalkmaz. Otomobil edindiğinde ise atmosfer biraz daha kirlenir, benzin tüketimi biraz daha artar. Otomobil sahipliğinin ve kullanımının artmasının yol açtığı bu tür problemlerden şikâyetçi iseniz, otomobil sahibi olanların ve olmak isteyenlerin havayı kirletmek ve petrol endüstrisini zenginleştirmek filan gibi takıntıları olduğu takıntısından kurtulmanız gerekir. Her şeyden önce bunu yapmanız gerekir. Onların otomobil sahibi olma motivasyonlarını olanca kompleksliğiyle kavramanız, arka planda gerçekleşen dinamikleri anlamanız ve otomobil sahipliğini gerekli kılan şartları değiştirmeye çalışmanız filan gerekir. Mesela şehirleri —konut alanlarının iş yerlerine daha yakın olacağı biçimde— düzenlemek, mesela bisiklet yollarını iyileştirmek filan gibi şeyler yapmak faydalı olabilir. “Ulan ne adi insanlarsınız, bütün derdiniz havayı kirletmek, benzincileri zengin etmek” filan deyip durmanın faydası olmaması bir yana, muhtemelen zararı da olur.
Türkiye, daha Türkiye Cumhuriyeti yokken bile, geri kalmışlığını ahalinin muhtelif vasıflarıyla açıklayan bir zümrenin hüküm sürdüğü bir ülke oldu. Cumhuriyet devraldığı bu bayrağı mevcut menzile kadar inatla taşıdı. Mekteplerde üretilen inanca göre, problemlerimizi çözmenin biricik yolu, insanların her birini tornadan geçirmekti. Hava mı kirli, insanlara havayı kendilerinin kirlettiğini öğreteceksiniz, havayı kirletmeyecekler, hava da temizlenecek. Çok trafik kazası mı oluyor, sürücüleri eğiteceksiniz, kaza yapmayacaklar. Şehri uygun bir biçimde düzenlemek, havayı kirleten vasıfsız kömürün yerine daha randımanlı kömür kullanmak, yolları iyileştirmek filan gibi çözümler, mekteplerden mezun olan zevatın aklına son gelen —hatta hiç gelmeyen— şeyler oldu hep.
Tabiatıyla da hiçbir problem çözülmedi.
Hiçbir problem çözülmedi ve problemleri insanları düzelterek çözmekten gayrı hiçbir şey akıl edemeyen zevat —üstelik kendileri de bir yandan hava kirliliğine, öte yandan trafik kazalarına sebep olup dururken— “demiştik işte, bu millet adam olmaz” demeyi sürdürdüler.
AKP’ye oy verenlerin AKP’ye oy vermesi de kompleks bir tercih. Yani çok sayıda faktörün karşılıklı etkileşimi içinde zuhur ediyor. Esasen AKP’ye oy vermiş herhangi iki kişinin tercihleri arasında olağanüstü benzersizlikler de vardır. Ama muhtemelen en kalın çizgili motivasyon, problemleri çözsünler —mesela randımanlı kömür bulsunlar, yolları yapsınlar— diye okuttuğu çocuklarının dönüp “biz sizi eğiteceğiz” demesidir.
Siz istisnai hallerden biri olabilirsiniz ve oy verme tercihinizin ideolojik denebilecek bir temeli olabilir. Ancak yığınların oy verme tercihlerinin arkasında sizin varsaydığınız gibi ideolojik bir temel yok. Yani öyle muhafazakârlar, liberaller, solcular, sağcılar filan yok. Mesela CHP’ye oy verenlerin büyük bölümü kendilerini —eğer sorulursa— solcu olarak niteliyor olabilir ama üzerinde mutabık kalacakları herhangi bir solcu tanımı yok. Az veya çok üzerinde mutabık kalabilecekleri birkaç faktör bulsak, onlar da CHP’de yok.
Yani?
Oyun ideolojiler meydanında oynanmıyor. Siz de büyük ihtimalle orada oynamıyorsunuz. Oyun mavi formalılar ile sarı formalılar arasında oynanıyor. Siz sarı formalılardan nefret ediyorsunuz, mavi forma giyiyorsunuz. Birileri de sizden nefret ediyor, sarı forma giyiyor. Esasen herkes biliyor ki, bu oyun oynanmaya değer bir oyun değil. Nüanslar olmalı. Oyun oyuna benzemeli. Oyunun neticesinde herkes biraz daha zenginleşmeli. Filan.
Ama oyunu bu şekilde kuranlar ahali değil. Bu oyunu tercih edenler, oyunu bu hale getirenler ahali değil. Ahali sandığa giderken… Yarın sabah da kepenkleri kaldırabilsin, mahareti kadar para kazanabilsin, çocuklarını yollayabileceği bir okul olsun, başına bomba düşmesin, çocuğuna tecavüz edilmesin, yurt dışına gittiğinde istiskale uğramasın, milli takım Avrupa Şampiyonu olamayacaksa da Arnavutluk’a da tuş olmasın… Filan gibi dertlerle tercih yapıyor. Tercih yapanların her birinin dertleri, öncelikleri farklı ama hepsini bir başlık altında toparlarsak, başımızı öne eğmeden hayatımızı sürdürebilelim, hayallerimize ambargo konmasın istiyor ahali. İdeolojileri yok, siyasetten beklentileri var.
“Öyle siyaset mi olur, siyaset soylu bir iş, ideolojilerden ideoloji beğen” deyip duran bir güruh, onlarca yıldır, medyada, mütemadiyen ideoloji tartışıp duruyor. Esasen o tartışmaları sürdürenler de, yukarıda dediğim gibi, ideolojileriyle tercih yapmıyor ama yapılmış tercihleri ideolojilerle açıklıyor.
Yani?
Gerçeklik başka yerde, o gerçeklik hakkında konuşanların ezberleri bambaşka yerde. Oyun başka sahada oynanıyor. Oyun hakkında olduğu iddia edilen istatistikler bambaşka sahada derleniyor. Hepsi fiktif. Her şey fiktif.
***
Gelelim zurnanın zırt dediği noktaya.
İnsanların çoğu yarın sabah da kepenkleri kaldırabilsin, mahareti kadar para kazanabilsin, çocuklarını yollayabileceği bir okul olsun, başına bomba düşmesin, çocuğuna tecavüz edilmesin, yurt dışına gittiğinde istiskale uğramasın, milli takım Avrupa Şampiyonu olamayacaksa da Arnavutluk’a da tuş olmasın filan gibi dertlerle sandığa gidiyor. Ve AKP bu taleplerin hiçbirini uzun süredir karşılamıyor. O halde neden ısrarla AKP’ye oy vermeyi sürdürüyorlar?
En azından üç sebebi var.
Birincisi, AKP yıllar yılı istatistik tutulan sahada, yani ideoloji sahasında da daha cevval. Bugün “Kürt barışı” diyor, yarın “güvenlik, beka” diyor. Tarifleri yapıyor, öncelikleri belirliyor ve kimse onun tariflerine itiraz etmiyor, başka öncelikler dile getirmiyor.
İkincisi, kimse “ben sana kepenkleri açabileceğin bir Türkiye vadediyorum” demiyor. “Bak AKP başaramadı, bir de beni dene” diyor. Onu da uzaktan diyor. Adam kepenkleri açamadığında yanında değil kimse. “Ay ama ne yapabiliriz ki, elimizde güç mü var” filan gibi geyiklerle geçiştiriyor adamın yanında olmamasını. Adam da “bunlar iktidarsız, bunlara güvenilmez” diye hissediyor. Hem memleketin yangın yerine döndüğünü söyleyeceksin, hem de o felaketle eşdeğer bir feryat çıkmayacak. Adam diyor ki kendi kendine, “ya yangın iddia ettikleri kadar büyük değil, eğer o kadar büyükse, bu şartlarda bile sesini çıkaramayanların yapabilecekleri bir şey yok”.
En az ilk ikisi kadar mühim olan ise… Hep diyegeldiğim, yukarıda da işaret ettiği gibi, “problemleri çözmenin yolu seni değiştirmekten geçiyor, çok biçimsizsin” diyenler hâlâ aynı şeyi söyleyip duruyor. Yeşilçam melodramlarındaki gibi, “bu halinle benim oğluma layık değilsin, seni bir yıkayıp paklamamız, bir öğretmenin elinde aksanını gidermemiz, şalvarını çıkarıp modacı elinden giydirmemiz, saçlarını da nadide bir kuaföre yaptırmamız gerekiyor” dendiğinde, adam, “ulan bunların eline düşersem beni maskara edecekler diye biliyor. Son derece haklı olarak biliyor.
Netice?
Adam havanın fena halde kirlendiğinin, benzincilerin kendisini fena halde soyduğunun farkında ama… Yarın sabah da işe gidebilmesi için Doblo’suna ihtiyacı var. “Sen gel vazgeç şu araç kullanma işinden” diyenlerdense… Hiç değilse deposunu dolduramadığı Doblo’suna ses etmeyenleri tercih ediyor.
Sonra kendileri dört çekerli ciplerinden inmeyen züppeler, “işte bunların biricik derdi havayı kirletmek, benzincileri zengin etmek” filan diye geviş getirmeyi sürdürüyorlar. Karar süreçleri hakkında zerre kadar fikir sahibi olmadan, fiktif sahalardan derlenmiş fiktif istatistiklere bakıp… Laf niyetine ortalığa bir yığın gaz salmayı sürdürüyorlar.
Hepimize kolay gelsin.