Ayar Verenler, Verilenler

Bu hadise iyice tuhaf bir yere doğru akmaya başladı.
Herkes birilerine ayar veriyor, DEM Parti de “bizim neyimiz eksik” diye düşündü herhalde, onlar da kervana katılmış. Siyasette ayar vermek dışında başka üslup seçeneklerinin de olduğu bilgisi —Allah ömrü oldukça başımızdan eksik etmesin, ömrümüzden alıp ömrüne ilave etsin— Erdoğan denen “deha” sayesinde unutuldu, tuhaflık ayar vermekte değil yani. Kime ayar verildiğinin muğlâklığında. Sanki “bakalım kim üzerine alınacak, kime yakıştırılacak, kime yakışacak, kimin üstüne kalacak” der gibi herkes.
Barış istiyor musunuz? Ben istiyorum. Memleketin kahir ekseriyetinin de istediğinden şüphem yok. Mesele şu ki, biz, yani on milyonlarca insan, zaten savaşmadık, savaşmıyoruz. Her şeyden önce belirtmek gerekiyor ki, hanidir memlekette “savaş” da yok. Kürtlerin temel insani/demokratik haklarının ihlali devam ediyor ama savaş hali yok. Hal böyle olunca, insan, barış denen şeyin o hak ihlallerinin nihayete ermesi manasına gelebileceği “ümidine” kapılıyor. Öyle midir kapalı kapılar arkasında yapılan pazarlıkların muhtevası? Bilmiyoruz. Hiçbir şey bilmiyoruz. Dolayısıyla bizim, ta en başından beri savaşa katılmamış, iklim müsait olduğunda savaşa karşı da çıkmış olanların (ve elbette savaşa karşı çıkmak için iklimin müsait olup olmadığını umursamayanların), kendilerine ayar verilecekler arasında olmaması icap ediyor. Ama sanki bize ayar veriliyormuş gibi de görünüyor. Sanki “biz burada çok müşkül bir şey yapıyor, barış inşa ediyoruz, ‘ama biz bir şey bilmiyoruz’ diye takaza etmeyin, sesinizi kesin” deniyor gibi…
Çünkü…
Biz savaşmadık, savaşmıyoruz ama savaşanlar vardı. Şimdi de savaş isteyenler var mı? Var. Barışı yapacaksanız, onlarla yapacaksınız. Dolaysıyla onlara “kapayın çenenizi” diye dayılanmanın manası yok. Eğer onlara ayar vermek gibi bir derdiniz varsa, itiraf edersiniz ki, saçmalıyorsunuz. Masaya oturduğunuz bir özneye “kapa çeneni” demenin saçma bir şey olduğunu açıklamak herhalde gerekmiyordur. Tekraren, onlar savaş istiyorlar, onlara dönüp “sorumluluktan kaçamazsınız” demenin manası yok.
Böyle bakınca, başka suçlar/kabahatlerle birlikte sorumluluktan kaçmakla da itham edilenlerin benim gibiler olduğu intibaına kapılıyorum. Diğer suçları/kabahatleri —size pek velud görünen sürecin önüne takoz olmama hassasiyetiyle— kabul etsek de, “sorumluluktan kaçma” ithamı ağır kaçıyor. Sorumluluğu bizimle paylaşmaya bu kadar hevesli olanların, başka şeyleri de —mesela bilgiyi, malumatı da— bizimle paylaşması daha akıllıca olurdu. Yok, eğer gücünüzü münhasıran Öcalan ve Bahçeli’den alıyorsanız, sorumluluğu da onlarla “aranızda” üleşmenizde fayda var.
Gerginliğiniz anlaşılır bir şey ama…