Başımız Fena Halde Dertte

Dünyada hakkında konuşulacak yığınla şey oluyor, biz neler konuşmak mecburiyetinde kalıyoruz…

Göz göre göre Öcalan’a, Öcalan’dan olduğu zannedilsin istenen bir işarete muhtaç mı kalındı yani? Ne kadar acıklı! Eğer bu kadar tiksinmeseydim malum heyetten, hallerine sahiden acırdım herhalde. Ve işbu heyetin tek seçicisi malum adamı bize, yıllarca, asrın lideriymiş, siyaset dehasıymış diye kakaladılar. Siz de marifetli biri olduğu fikrini satın aldınız, itiraf edin.

Yürütmenin başı işbu krizi de atlatabilir. Ama atlatırsa eğer, bundan önceki krizlerinde olduğu gibi, muhaliflerinin beceriksizlikleri yüzünden atlatacak, kendisi marifetli olduğu için değil. Muhalifleri yine zırvalar ve yürütmenin başını düştüğü kuyunun dibinden çıkarırlarsa… Başımıza neler gelebileceğini hayal bile edemiyorum.

İşbu krizi atlatmak derken neyi kastediyorum? Mesele 23 Haziran seçimleri değil. Yani onunla sınırlı değil. Derdimi şöyle ifade edeyim: Diyelim İmamoğlu seçimi kazandı. Seçimden sonra da Büyükşehir Belediye Başkanlarının elindeki yetkiler Büyükşehir Belediye Meclislerine devredildi. “Aman başkanlıklarımıza halel gelmesin” tutumu takınılırsa mesela… Yürütmenin başının bu tür tasarruflarına hak ettiği karşılıklar üretilmezse, “ne yapabiliriz ki, yetki elinde” filan diye yazıklanmalarla kifayet edilirse… Bu tür tasarruflara şüphesiz ki itiraz edecek olan kamuoyuna tercüman olunmazsa…

Yürütmenin başı kendi krizini aşacak bir kanalı açmış demektir. Oradan akar gider.

Ya yürütmenin başı bu krizi –şu veya bu sebeple– atlatamazsa?

O durumda neler olabileceğini tahmin etmek de müşkül. Yürütmenin başı sadece kendisini değil Türkiye’yi biçimsiz bir kapana sıkıştırdı. Siz Putin olsanız mesela ve Erdoğan’ın başı fena halde derde girecek olursa, öyle oturup vahvahlanır mısınız? Vahvahlanmakla kifayet eder misiniz? Ben olsam etmem. Neler yapabilirim peki? Suriye’de Esad’ın güçleri ile sıcak temasa göz yumsam mesela? Rusya’nın 12 yaş altı çocuklarının yarısından fazlası Türkiye’ye geleceklermiş, gelmeseler. Doğalgaz sevkiyatı aksasa… Türkiye’de uyuyan Cihatçı hücrelerin envanteri hakkında, herhalde, Moskova Ankara’dan daha çok malumat sahibidir. Filan.

“Memleketin en öz hakiki istiklali için” ambalajıyla pazarlanan fiiller, Türkiye’yi, yeniden bir süper güç olma hayali kurmaya başlayan ama ekonomisi ancak bir İtalya ekonomisi kadar eden, dolayısıyla da gücünü bambaşka kanallardan inşa etmek için gereken hazırlığı ikmal etmiş görünen komşumuzun kucağına oturttu. Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin hiçbir safhasında bu kadar bağımlı olmamıştı. Bu tek taraflı bağımlılık hali, Erdoğan’a endeksli.  

Başımız her durumda dertte.

Fena halde dertte.

Meseleleri bugüne kadar istihdam ettiğimiz ve hâlâ istihdam ediyor olduğumuz lügatin içinden çözme şansımız yok. Laiklik-dindarlık, Türk-Kürt filan gibi akslarla anlaşılamayacak bir Türkiye olduğunu, toplumun onun adına düşünen ve eyleyenlerden çok daha esnek olduğunu 31 Mart’ta zaten görmüştük, sonrasında çok daha belirginleşti bu gerçeklik. Kof bir ekonomizmle memleketin halini anlamak da mümkün değil –orada makarnacılar, burada iktisadi krizin mağdurlarının reaksiyonu, filan.

İhtiyacımız olan, acilen ihtiyacımız olan, behemehâl ihtiyacımız olan şey sadece barış değil. Sadece zenginlik de değil. Çok daha fazlasına, bir istikbal hayaline ihtiyacımız var. Geniş yığınların kendilerinin de oyuncu olduklarını hissettikleri bir istikbal hayali üretilebilirse, başımıza gelecek olan felaketlere katlanılabilir. Demem o ki, nasıl bir musibetle karşı karşıya olduğumuzu hissetmiş, hissettiğini bize hissettiren, o musibetin üstesinden gelme işinde hepimizi görevlendiren, bunu yapabileceğine güvenmemizi sağlayan bir siyasete ihtiyaç var.

Olabilir mi? Olabilir. Olur mu? Umarım.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin