Batı

Mahçupyan Serbestiyet’te saçma sapan bir yazı yazdı. Berktay onu ciddiye almış, eklemeler ve eleştiriler yapmış. Böyle eğleniyorlar besbelli, elleşmeye gelmez.

Batı nedir? Kolonyalizm? Aydınlanma? Bilim? Sanat? Sömürü? Zenginlik? Çoğulluk? Çoğulculuk? Tek tipleştirme? Despotizm? Demokrasi? E evet, hepsi ve daha fazlası?

Batı kimdir? İspanya mesela, Batı’ya dâhil mi? Eğer öyleyse, mesela bilim tarihinde ne kadar eşelenmemiz gerekiyor, mesela Copernicus ayarında bir İspanyol bulabilmek için? Veya demokrasi konusunda İspanya’nın karnesi, mesela Türkiye’ninkinden ne kadar farklı? Ressamlarını çıkarırsak, sanat alanına katkıları konusunda elimizde kalan ne? Eğer öyle değilse, yani İspanya Batı’ya dâhil değilse, kolonyalizm bir Batı işi değil —en azından Batı icadı değil, Batı tarafından ithal edilmiş bir şey.

Filan.

“Batı diye bir özne yok, kasmayın kendinizi” filan diyecek değilim. Bana kalırsa Batı diye bir özne var ve insanlığın tarihini değiştirdi. Mesele şu ki, başka hiçbir öznenin olmadığı gibi Batı denen öznenin de bir özü yok. Demokrasi de orada neşvünema buldu, tarihin bütün diktatörleri de Batı’dan çıktı —Batılı olmayan despotlar diktatör olarak adlandırılamazlar. Bilim de orada muazzam bir vites büyüttü, en olmayacak safsatalar da —büyük bölümü de bilim görünümünde— Batı’da üretildi/üretiliyor. İnsanlık tarihinin en dehşetli tek tipleştirme teorileri de Batı’da geliştirdi, akla gelmeyecek çoğulluk da Batı’da hayat hakkı buldu.

Ve bütün bu birbiri ile çelişir gibi görünen aşırılıkların her biri, onun tam karşıtı da hayat hakkı bulabildiği için mümkün oldu. En acımasız, en kitlesel, en sebepsiz sömürü Batı tarafından üretildiği için, en insancıl, en merhametli arayışlar da Batı’da zuhur etti. Bütün bunlar Batı’da oldu ve bütün bunların böyle olmaması gerektiği, böyle olmamış olması gerektiği, sömürü ile ona karşı çıkmanın farklı özler olarak farklı öznelerde olması gerektiği gibi zırva bir Aydınlanma aklı da Batı’da neşvünema buldu.

Batı, işte o karmaşadır, o hercümerçtir. İtalya’dır, İspanya’dır, Portekiz’dir, Hollanda’dır, sonra Britanya ve Fransa, daha sonra Almanya’dır. Hepsi birbirinden farklı olan, hepsi içlerinde çok farklı unsurları barındıran, ama hepsinin toplamı dünyanın kalanından farklı olan bir özneden söz ediyoruz. Ama daha mühimi, olağanüstü bir cüret ve cesaretle değişen, uzun süre önce komplekslerinden arınmış, mütemadiyen hata yapan ama komplekssiz olduğu için hata yapmaktan da korkmayan bir özneden…  

Neymiş, 11. Yüzyıldan başlayarak filan, Batı “yansımacı” anlayıştan “mütekabiliyetçi” anlayışa geçmişmiş de, benzersiz bir devrim gerçekleşmiş de… Tek doğrulu, hiyerarşik anlam dünyalarına mukabil çoğulcu, bireyci, özgürlükçü, eş düzeyli anlam dünyalarını teşvik etmişmiş.

Canım benim, ne kadar cici.

Fransız İhtilali olduğunda mesela, Fransızların hemen her biri tek doğru olanı bulduğundan emindi. Dünyayı hiyerarşik bir biçimde —Fransızların en üstte, mesela Cezayirlilerin çok daha aşağıda bir yerlerde olduğu biçimde— kurgulamışlardı. Aralarında kavganın mevzuu, “Cezayir de eninde sonunda o bizim bulduğumuz tek doğruyu bulacak da, kendi kendisine bulması için beklemek mi daha Fransızca olur, yoksa şöyle arkalarından itivermemiz mi lazım gelir” idi. Avrupa’nın bir özne olarak zuhur ettiği andan başlayarak —o an için hangi tarihi seçerseniz seçin— üretilmiş bütün fikirlerde, satır aralarına bile müracaat etmeye ihtiyaç duymadan, tastamam aynı kavramlaştırmayı bulabilirsiniz. Ve buldukları her fırsatta, her biri, kendisi gibi düşünmeyenleri imha etti. İmha etmeye güç yetiremeyenler, rakip düşünce sahiplerinin imha edilmesi gerektiğini de, devasa teoriler halinde ortaya koydu.

Mesele şu ki…

Öznelerin birçoğunun, kendisi dışındakileri imha etme imkânı olmadı. Tekrarlayayım, etmek gerektiğine inanıyorlardı, etmek için şatafatlı gerekçeler imal ediyorlardı, edebildiklerinde ediyorlardı ve fakat… Çoğunlukla hiçbiri diğer hepsini ortadan kaldıracak kadar kudretli olamıyordu. Çünkü Avrupa, enteresan bir tarihsel momentte, diğer birçok şey tam da denk gelmişken, insanlık tarihinde benzerine nadir rastlanan bir biçimde, aşırı parçalanmıştı. “Ah ne güzel, parçalandık” filan da demiyorlardı, aksine parçalanmışlıklarından mustarip idiler. Ama işi o parçalanmışlık yaptı. Çoğulcu değildiler ama çoğul idiler ve işi o çoğulluk yaptı.

Hâlâ çoğulcu filan değiller, ama çoğullar.

Mesele fikir, adam ve saire değil yani, örgütlenme biçimi. Ve o örgütlenme biçiminden, çoğu, hâlâ bizar. Denk getirdiklerinde, içlerinden bir Hitler, Mussolini, Franco filan çıkarabildiklerinde, “hah tamam, birlik ve beraberlik ne güzel şey” deyip arkasında hizaya geçiyorlar. Ama denk getirmenin zor olduğu, her bir öznenin diğer hepsinin defterini dürmesinin zor olduğu şartlar sürüyor. Bu şartlarda da, insanlık için olağanüstü işler başardılar, başarıyorlar. Bir insan olarak, kendilerine müteşekkirim.

***

Evrim teorisinden öjenik safsataları üretenler Batılılar. Mesele şu ki, Evrim teorisini üretenler de Batılı. Eğer öjenik veya sosyal Darwincilik veya piramit şeklinde bir türler hiyerarşisi üretme imkânlarını berhava ederseniz, evrim teorisini de üretemiyorsunuz. Eğer evrim teorisinden yığınla safsata üretilmezse, o teoriyi rafine edemiyor, geliştiremiyorsunuz. Yani eğer safsatayı imkânsızlaştırırsanız, bilim de üretemiyorsunuz —bu hal neden bu kadar anlaşılmaz görünüyor, bilmiyorum.

Safsatanın imkânsızlaştırılmasına karşı olduğuma göre, Mahçupyan’ın 11. Yüzyılda gerçekleşmeye başlamış olağanüstü bir devrimle birden özünü bulmuş bir Batı kurgulamasına da, Berktay’ın “yok o tarihte olmadı, daha sonra oldu” veya “Batı da meseleyi yanlış biliyordu ama şimdi doğrusunu öğrendi” tarzı safsatalarına da prensip olarak karşı değilim. Mesele ettiğim şey, ucuzculuk, sığlık. Hepsinden mühimi, komplekslilik. Ne demiş oluyorlar bütün bu dedikleri ile? Batılılar galip olduklarına göre haklılar. The Rest’in yapabileceği bir şey yok.

Eğer yapılabilecek bir şey yoksa… Hayatın manası kalmayıveriyor. Adam da gidiyor, öğretmenin birinin kafasını kesip intikamını alıyor, manasız hayatına mana katıyor işte.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin