Beşiktaş

Peşinen söyleyeyim, bu bir futbol yazısı değildir, dünya tasavvurlarına dair bir yazıdır.

Beşiktaş geçen hafta Amsterdam’da Ajax karşısında perişan olduktan sonra, bu hafta da evinde Eintracht Frankfurt’a 3-1 yenildi. İstanbul’daki maçın sonlarına doğru tribünler —en azından bazı tribünler— kaleci Ersin Destanoğlu’nu ve Ernest Muçi’yi ıslıkladılar. Beşiktaş’ın teknik direktörü Giovanni van Bronckhorst (GvB), maçtan sonra “Maç içinde ıslıklamalar oldu. Anlamıyorum. Biri bana bunu açıklasın. Böyle bir performans sonrası böyle bir şey… Bu benim olduğum takımlarda hiç başıma gelmemişti.” demiş. Ben açıklayacağım. İddialıyım, eksiksiz bir biçimde açıklayacağım.

Ama önce…

Aynı GvB, aynı maç sonu açıklamaları içinde “Garip duygular hissediyorum. İyi oynadık, gerçekten. Maçı domine ettiğimiz zamanlar oldu. Hak etmediğimiz bir mağlubiyet. Maça ve oyuna bakınca, hak etmedik. Bir anlamda ders oldu, fırsatları gole çevirme konusunda.” da demiş. Yirmi ikinci dakikada 2-0 geri düşmüşsün. Yani rakibin kendisine lazım olanı almış. Eğer almasaymış, mesela yirmi yedinci dakikadaki penaltı gol olsaymış, maç aynı biçimde seyreder miydi? Rakip kalan süre boyunca o kadar geri yaslanır mıydı, veya senin takımın rakibi o kadar geriye itebilir miydi? İspatlayamam ama hiç zannetmem. Zannetmediğimi neye yaslanarak söylüyorum? Sezon başından beri takımının oynadığı diğer maçlara… Lugano karşısında oynanan bir maçı dışarıda bırakırsak, hiç de öyle “sahada istediğini uygulayan” bir takım seyretmedik.

Ama…

Sosyal medyada biraz gezinen herkes görebilir ki, Beşiktaşlılar takımlarının şahane olduğunu düşünüyorlardı. Dün gece tribünde futbolcularını ıslıklayanlar da, hiç şüphem yok ki, takımları hakkında hiç de gerçekçi olmayan kanaatlere sahip idiler. Hâlbuki Beşiktaş, bırakın Eintracht Frankfurt’u, Samsunspor, Sivasspor, Eyüpspor filan gibi takımlar karşısında bile sallandı.

Neden böyle oluyor?

Birçok sebebi var.

Bir defa Türkiye’de futbol oynanmıyor. Dünyanın başka ülkelerinde futbol oynamış ve iyi kötü performans göstermiş olan futbolcular Türkiye’de bir araya getirildiklerinde, aynı performansı sergileyemiyorlar. Fenerbahçe bu sezon çuvalla para verip, Sevilla’dan En Nesyri’yi getirdi. Daha önce iki defa UEFA Avrupa Ligini kazanış bir oyuncu. Henüz bir ay dolmadan Fenerbahçe taraftarı tarafından linç ediliyor. Tersi de var. Galatasaray taraftarının linç ettiği Kerem Aktürkoğlu, Benfica’da harikalar yaratıyor. Bütün bunlar istisnai misaller de değil ayrıca.

Ne oluyor?

Türkiye’de futbol oynanmıyor. Futbol oynanmayınca hakemler “seyrediliyor”. Futbol oynanmayınca futboldan beklenen heyecan maçlarda değil transferlerde, sezon içinde değil, sezon arasında yaşanıyor. Ve elbette bunun bir numaralı mesulü, futboldan anlamayan Ali Ece, Levent Tüzemen filan gibi tipler. Şimdi adını hatırlamadığım bir yorumcu, Ajax-Beşiktaş maçı öncesi Hollandalı meslektaşlarının Ajax hocasına sorduğu sorular karşısında afalladığını söylemişti. Çünkü Hollanda’da futbol oynanıyor.

Bizim “yorumcularımızın” geyiklerinin başında “iyi futbol iyi oyuncuyla oynanır” filan gibi, manasız bir laf var. Ajax Beşiktaş’a dört gol attı. İkisini 19 yaşındaki bir çocuk attı. Diğerlerini atanların da biri 21, biri 22 yaşında. İyi futbolcular mı? Şüphesiz. Getirin bakalım Beşiktaş’a, Fenerbahçe’ye, Galatasaray’a veya herhangi başka bir Süperlig takımına, görelim boylarının ölçüsünü… Onana’nın, Crespo’nun, Szymanski’nin, Nelson’un Angelino’nun başına gelenden farklı bir şey gelecek mi?

Türkiye’de futbol kamuoyu, birkaç istisnası dışında tamamen futbolcu eskilerinden müteşekkil bir vasıfsızlar güruhu tarafından yönlendiriliyor. Zaten “modernleşmemiş de modernleştirilmiş” olan bütün toplumlar gibi kafası ziyadesiyle karışık olan bir kamuoyu var. Her konuda olduğu gibi futbolda da herhangi bir şeyi “geliştirmeye/iyileştirmeye” değil, yıkıp yeniden yapmaya mütemayil. İyi/doğru parçalarla yeniden yapınca… İyi olacak. İşbu kamuoyunun yarısına göre, Atatürk öyle yapmıştı. Kalan yarısına göre de Erdoğan öyle yapıyor. Dikkat çekmek istiyorum ki “öyle yapmak”, yani bir şeyleri büyütmek, olgunlaştırmak, geliştirmek yerine “doğru bileşenlerle doğru bir biçimde inşa etmek” birbiriyle didişiyor görünen bu iki kesimin ortak paydası.

Toplum böyle. Çünkü kanaat önderleri tarafından böyle yönlendirildi. Sosyal medyada Beşiktaş veya Fenerbahçe veya Galatasaray taraftarlarının paylaşımlarını tarayın, henüz başında olduğumuz sezonun “oyunları” konuşulmuyor, Ocak transferleri konuşuluyor. Çünkü Ersin, Muçi, En Nesyri, Barış Alper ve diğer pek çokları, bizim “büyük” takımlarımıza “yakışmıyorlar”.

Önümüzde sayısız misal var. Transfer sezonunda memleketin Beşiktaşlı futbol allamesinin büyük çoğunluğu için Gedson Fernandes “behemehâl kurtulunması gereken” bir balondu. Bal yapmayan arıydı. Öyle miydi? Eh, geçen sezonki performansına bakınca, Fernandes için iyi şeyler söylemek pek mümkün değildi. Ama bu sezon GvB “oyununda”, aynı oyuncu yıldızlaştı. Yani Kerem Aktürkoğlu gibi başka bir takıma gitmesi bile gerekmedi “başka biri” haline gelmesi için.

Yani?

Demek ki, mesela Muçi’den, Onana’dan verim alınacak oyunlar da mümkün olabilir. Ama Muçi’de her nedense bir “ışık” görmüş olan Ali Ece gibi zevzekler, Ahmet Nur Çebi transferi olduğundan olsa gerek, Onana’yı dillerine doladılar. Geçen sezon toplam 195, bu sezon 174 dakika forma giyebilmiş olan oyuncunun kalibresini şıp diye ölçtüler, kalibresini kimsenin sorgulayamadığı zekâ ve ahlaklarıyla… Bu zehirli ve ahlaksız dil, bu memleketin sadece futbolunda değil, her alanında son derece yaygın. Memlekette siyaset konuşmaya kalkınca da işte, Erdoğan, Kılıçdaroğlu, İmamoğlu, Yavaş konuşuluyor. Her şeyi böyle konuşan ve konuşturan vasıfsız beyinsizler herhangi bir mercie hesap vermek zorunda değiller.

GvB’nin anlamadığı şeyin “açıklaması”, özetle bu: Türkiye “devrimcidir”, evrimle işi olmaz. Ersin’i “yıkarsın”, yerine Liverpool’un Şampiyonlar Ligi finali oynamış kalecisini getirirsin. Vav… Evet, Beşiktaş’ın kalesinde Karius gibi biri vardı. Ve evet, aynı kaleci, Liverpool gibi bir takımda kalecilik yaptı ve Şampiyonlar Ligi finalinde oynadı. Yani? İyi futbol iyi futbolcularla oynanmayabiliyormuş. Veya iyi olmayan futbolcularla da Şampiyonlar Ligi finaline kadar gidilebiliyormuş. Eğer bir “organizasyon” varsa.

Türkiye idam sehpalarının ülkesi. İdam edeceğiz ve idam ettiklerimizin yerine getirdiklerimizi idam edebilmek için sehpaları derhal boşaltacağız. Bu hal, “geç kalmışlık” travmasından mustarip “kanaat önderlerimizin” topluma enjekte edip durduğu bir şey. Yoksa toplumun o kadar da acelesi olmayabilir. Ufukta bir ışık sunduğunda Biliç mesela, pekâlâ Beşiktaş kamuoyunu yatıştırabilmişti.

Gelelim zurnanın zırt dediği yere.

Türkiye’de futbol oynanmıyor. Siyaset yapılmadığı gibi. Futbol oynanmaması Türkiye için fevkalade zararlı bir şey. Bir defa futboldaki “kavrayış bozuklukları” diğer sektörlere sirayet ediyor. İlaveten mesela bir Avrupa maçları günü akabinde yaşanabilecek mutluluklar yaşanamıyor, aşağılık kompleksleri tavan yapıyor. Ama bütün bu “zararları” saymaya lüzum da yok, herhangi bir şeyin yapılması gerektiği gibi yapılamaması, zaten, kendi başına dert.

Bunu dert etmesi gerekenler kimler. Futboldan ekmek yiyenler. Onların böyle bir derdi yok, Bugün Ersin Destanoğlu’nu, yarın Onana’yı taraftarın önüne atar, başparmaklarını aşağı doğu sallarlar, tamam. Ceplerini doldurur, yarına bakarlar. Bu “düzenden” rahatsız olması gerekenleri “yukarıya” doğru takip edecek olursak, her şeyin kendisine sorulmasını isteyen, Futbol Federasyon Başkanlarını kendisi atayan Erdoğan’a ulaşırız. Şahsı, futbolu önemsiyor. Statlar yaptı, bak!

Evet, şahsının dünya kavrayışını da, bir defa daha, futbola bakarak deşifre edebiliriz. Birincisi, dünyayı “eser bırakmak” olarak, eseri de inşaat projeleri olarak kavrıyor. Kapasitesi bu. Futbolda “başarılı” olmak gibi bir ufku filan yok. Herhangi bir konuda olmadığı gibi… İkincisi, futbolu da “para” olarak görüyor. Bahis paraları filan. Futbolu yönetmekten aciz Büyükekşi gibileri, bahis paralarına layıkıyla göz kulak olabilmesi için oraya getirdi ve tuttu. Bu süreçte Türkiye futbolu yüz milyonlarca Avro “zarar” etti. Futbolculara ve teknik direktörlere “getirirken” fahiş paralar ödedi, “gönderirken” de yeniden fahiş paralar… Ama Türkiye’nin derdi şahsının derdi değil. Şahsı koltuğunu koruyabildiği sürece, uygun yerlere kendi koltuğunu korumakta işe yarar olanları getirebildiği sürece, Türkiye’nin derdi dünya liderinin derdi olmadı hiç.

İsmail Kılıçarslan gibiler de, futboldaki muadillerine benzer biçimde, “Erdoğan’ı yedirmeyiz, çünkü aslında onu değil, bizi istiyorsunuz” türünden akıllar (!) yürüterek, bu düzenin temellerini attılar. Mesele “Türkiye meselesi” olmaktan çıktı, “Erdoğan meselesi” haline geldi. Türkiye kaybetti ama Erdoğan kazandı. Erdoğan kazanınca Yiğit Bulut, Mehmet Uçum gibiler kazandı, Samet Aybabaların muadilleri olarak. İsmail Kılıçarslan’a da kenarda, ufak belediyelerden önüne atılanları kemirmek kaldı.

Yani?

Memlekette “yahu bizim futbolumuz neden bu kadar verimsiz, bu verimsizlik içinde acaba biz akıllıca bir şeyler yaparak fark yaratabilir miyiz” diye düşünmek, hayal kurmak, harekete geçmek imkân dışı. Beşiktaş’ın harcadığı paranın yarısını bile harcamadan, hatta para kazanarak, Hollanda’ya para kazandırarak Ajax, yirmili yaşlarının başındaki çocuklarla bir “iş” yapıyor. Beşiktaş, “ulan bu Rafa’yla Joao Mario’yla bir iş becerilebilecek olsaydı Benfica becerirdi” diyemeden milyonlarca Avroyu “harcıyor”. Sonra biz idam edilecek bir sonraki kişinin peşine düşüyoruz.

Erdoğan kazanıyor, Bulutlar, Uçumlar kazanıyor, Rafa Silvalar, En Nesyriler kazanıyor, İsmail Kılıçarslanlar, Ali Eceler, Güntekin Onaylar “yemleniyor”. Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş kaybediyor. Türkiye kaybediyor.

Neyse, biz Ersin’in yerine, Masuaku’nun yerine kimin transfer edileceğini, Erdoğan’ın karşısına İmamoğlu’nun mu, Yavaş’ın mı çıkarılması gerektiğini konuşalım. Malum, futbol transferden, siyaset de koltuk kapmacadan ibaret faaliyetler. Futbol olmayınca, siyaset olmayınca…

Add a Comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin