Konfeksiyon sektörüne girdiğinde, yanlış hatırlamıyorsam İGS, her bedene, her bütçeye, her zevke hitap eden ürünleri olduğu iddiasını, “pantolon uyduramadık, gömlek verelim” sloganlı bir kampanyayla tanıtmıştı. “Rakiplerimiz pantolon uyduramadıklarında size gömlek teklif ediyorlar ama bizde öyle şey olmaz” babından… Türkiye’de siyasetçiler, siyaset uyduramadıklarında, ellerinden geldiği ölçüde yargı ve güvenlik güçleriyle “açığı telafi etmeye” gayret ettiler. Tek
Peşinen söyleyeyim, bu bir futbol yazısı değildir, dünya tasavvurlarına dair bir yazıdır. Beşiktaş geçen hafta Amsterdam’da Ajax karşısında perişan olduktan sonra, bu hafta da evinde Eintracht Frankfurt’a 3-1 yenildi. İstanbul’daki maçın sonlarına doğru tribünler —en azından bazı tribünler— kaleci Ersin Destanoğlu’nu ve Ernest Muçi’yi ıslıkladılar. Beşiktaş’ın teknik direktörü Giovanni van Bronckhorst (GvB), maçtan sonra “Maç
Ağır bir seçim yenilgisinden sonra, hele “bu defa tamam galiba” duygusuyla aylarca yaşadıktan sonra yenilince, yenilginin acısını soylulukla hafifletmeye çalışmakta anlaşılmaz bir şey yok. Dolayısıyla “biz demokrasi istiyorduk, olmadı” filan geyiklerinin sebepsiz olmadığını biliyorum. Ama demokrasi, kurumlar filan gibi kavramların merhem niyetine tüketilmesine de içim razı gelmiyor. Karşınızda demokrasi istemeyen bir 52’nin olduğunu varsayıyorsanız, denklemi
Anlaşılan o ki, Türkiye diye bir ülke varmış. O ülkede “demokrasi berbat bir şey” diyen insanlar siyasi iktidarı yirmi yıl kadar önce ele geçirmişler. Ancak nedense mütemadiyen seçim yapıp duruyorlarmış. Derken “ille de demokrasi, demokrasi olmazsa olmaz” diyenlerin canına tak etmiş, farklı partilere mensup olsalar da, farklı yönelimlere sahip olsalar da bir araya gelmişler. Ve…
Reis, adını vermeden bay bay Kemal’i kastederek… İsmini vermez tabii, o yüce ağza —üstelik oruçluyken— Kılıçdaroğlu’nun adını anmak yakışır mı? Yakışmaz! Neyse Kılıçdaroğlu’nu kastederek, “bu kişi yönetime geçse iki günde ekonomiyi yerle yeksan edecek” tespitini yapmış. Tam da bunu diyorum ben de haftalardır. Her gece yatağa girerken, “ya Kılıçdaroğlu gelirse” diye uykularım kaçıyor. Zar zor
Diyelim üçüncü katta oturuyorsunuz, tuvalet gideri tıkandı. Üst katlardan gelenler de sizin banyonuza yayılıyor. Banyodan taştı, eve yayılıyor. Tesisatçı çağırdınız. Ne yapmasını beklediğiniz belli, her şeyi eski haline getirsin. Kendisinden şairane bir şeyler beklemezsiniz yani. Benzer bir halle kırk defa karşılaşsanız, kırk ayrı tesisatçı gelse, yapıp ettiklerine bakarak hangisinin iyi, hangisinin kötü olduğunu teşhis edebilirsiniz.
Bay Erdoğan (derken aklıma geldi, hükümet istifa) malumunuz, nazdan nazik bir iktidar kurmuş durumda. Fenerbahçe taraftarı tribünlerde bağırırsa mesela, nezle oluyor. Kayseri deplasmanına gidecek olursa maazallah zatürree olabilir. Sonra da bu adamı bir “siyasi deha” olarak pazarlıyorlar. Kim pazarlıyor? Yemlediği, şeyinin kılı olmaya razı mahlûkat pazarlıyor, amenna. Ama mevzu onlarla başlamadı. O vasıfsızların üzerinde tepineceği
Dün mahkemeden İmamoğlu’nu siyasi yasaklı duruma düşürebilecek karar çıktı. Kendi bakış açımı sıcağı sıcağına Serbestiyet’te yazdım. Sonra da Celal’le konuştum. O videonun altına gelen bazı sorulara ve cevap vermek, o sorulara kaynaklık ettiğini düşündüğüm kavrayışlar hakkında akıl yürütmek için de aşağıdakileri yazmaya karar verdim. Son zamanlarda pek yazmadığım uzunlukta bir yazı olacak herhalde. İlk olarak
Gecenin bir vakti, kendisine çok saygı duyduğum biri aşağıdaki videoyu paylaştı. Devam etmeden önce bir bakmanız gerekiyor. Muhtemelen görmüşsünüzdür, görünce tanıyacaksınız. Üzerine konuşulacak çok şey var. Hepsine herhalde gücüm yetmez. Birincisi… Mevzu Üsküdar meydanda geçiyormuş. Üsküdar, bildiğim kadarıyla, sığınmacılardan en az etkilenen yerlerden biri. Böyle biçimsiz bir tepkinin Üsküdar’da yaşanması, yani, beklenmeyecek şey. İkincisi… Çocuğa