Erdoğan vs Kılıçdaroğlu
Diyelim üçüncü katta oturuyorsunuz, tuvalet gideri tıkandı. Üst katlardan gelenler de sizin banyonuza yayılıyor. Banyodan taştı, eve yayılıyor. Tesisatçı çağırdınız. Ne yapmasını beklediğiniz belli, her şeyi eski haline getirsin. Kendisinden şairane bir şeyler beklemezsiniz yani. Benzer bir halle kırk defa karşılaşsanız, kırk ayrı tesisatçı gelse, yapıp ettiklerine bakarak hangisinin iyi, hangisinin kötü olduğunu teşhis edebilirsiniz. İyi olanların hepsi az çok aynı süre içinde, az çok aynı maliyetle, az çok aynı neticeyi elde eder. Kötü tesisatçıların kötülükleri ise türlü türlü olur. Kimi dolandırıcı olabilirken başkaları düpedüz beceriksizdir. Beceriksiz olanların beceriksizlikleri de birbirinden farklı olur. Kimi mesela teşhis koyamamıştır, başkası yanlış teşhis koymuş, yanlış yerleri kırmıştır. Bir başkası doğru teşhis koymuştur ama alet edevatı yetersizdir. Ve saire…
Diyelim bir arsanız var, oraya bir ev inşa ettireceksiniz. Bir mimarla görüşüyorsunuz ve kendisine beklentileriniz hakkında bilgi veriyorsunuz. Yani genel olarak şu saatte kalkar, şu saatte yatarsınız. Mutfak sizin için şu manaya gelir. Yıkanma alışkanlıklarınız şöyle. Televizyon başında şu kadar, bilgisayar başında bu kadar süre geçirirsiniz. Şu sıklıkla şu kadar misafir ağırlarsınız, filan. Kırk farklı mimarla kırk defa benzer süreçleri yaşasanız, kırk ayrı mimar size kırk ayrı ev inşa etse… O evlerde yaşasanız. Hangi mimarın iyi, hangisinin kötü olduğu hakkında bir hükme varırsınız. Mesele şu ki, tesisatçıların aksine, “iyiymiş” dediğiniz mimarların geliştirdikleri çözümlerin birbirine benzemesi gerekmez. Birbirinden çok farklı “iyi” çözümler geliştirilmiş olması galip ihtimaldir.
Bay Erdoğan berbat bir tesisatçı. Üçüncü katın problemleri için çağrıldı. Esasen birinci ve ikinci katlarda durum daha acılıydı ama onların tesisatçı çağırmaya güçleri yetmiyordu, gün boyu nöbetleşe, kovalarla pislik taşımaktaydılar hanidir. Bay Erdoğan daha kalabalık hanelerin bulunduğu birinci ve ikinci katların önünden geçerken mevzua muttali olmuş, “merak etmeyin hepinizin problemlerini çözeceğiz” demişti. Yanında kalabalık bir çıraklar ordusu vardı.
Alt katlardakiler mevzuun bir tesisat mevzu olmadığını, binanın her yerinin dökülüyor olduğunu, zaten çok eskimiş olduğunu, günün ihtiyaçlarına cevap vermediğini biliyorlardı. Bay Erdoğan’ı mimar zannettiler, sevindiler. Üçüncü katlardakilerin kendi bildiklerinin farkında olmadığını akıllarına bile getirmediler.
Neyse…
Bay Erdoğan ellerini olur olmaz yererle, olur olmaz bir biçimde soktu. Pislik ortadan kalkmadı ama üst katlara da yayıldı. Erdoğan kendisini çağırmış olanlara, “hep üst katlardakilerin pisliği bunlar, eğer onlar bağırmaya başlamışsa doğru yoldayız” deyip durdu. Bu arada etrafa güzel kokular filan sıktı —çünkü kafası ancak meseleyi bir koku meselesini zannedecek kadar çalışıyor— ama ferahlık duygusu, esasen, üçüncü kattakilerin kokuya alışmış olmasından kaynaklanıyor. “Koku hafifledi, galiba işler düzelecek” diye ümit içindeler.
Bu arada evin gençleri, üst katlardan, alt katlardan gelen “ne yaptınız siz” diye çıkışan akranlarıyla yumruklaşıyor, tesisat problemini unutmuş haldeler. Bay Erdoğan’ın yanında, başlangıçta, kendisinden biraz daha vasıflı bir takım çırakları vardı. Onları sepetledi. Binanın önünde gezinirken kavga, gürültü seslerini duyan, çıngar peşinde koşan, mahallenin ipsiz takımından Süleyman gibi, Fahrettin gibi, Bülent gibi süprüntüler onların yerini aldılar. Gerçi onların arasından birileri bile bay Erdoğan’ın bilmiş bilmiş yaptığı saçma müdahalelerin manasızlığını hissediyor ama ona “usta şöyle denesek” diyebilecek asgari insani vasıfları bile yok. Esasen evin her yerine yayılmış olan pislikten rahatsızlık duyabilecek şeyler değiller, zaten kendilerinin malzemesi de benzer.
Dördüncü, beşinci katlarda mukim zevat, “bu iş böyle olmaz” telaşında hanidir. Yeni bir tesisatçı arayışındalar. Buldukları da Kılıçdaroğlu. “Yahu biz bu adamın daha basit problemleri bile çözemediğine şahidiz, başkası yok mu” diyenlere, “ne kadar da müşkülpesentsiniz, bay Erdoğan’dan daha mı kötü” diyorlar. “Aha sizin de gönlünüz olsun, bakın yanına bay Erdoğan’ın bir zamanlar yanında olanları ekledik, yetmedi son dönemlerde en çok reklamı yapılan ikisini de ekledik, hallederler herhalde” diye de ekliyorlar.
Binanın kahrını en çok çeken ilk iki kattakilerin derdi başka gibi. “Bu binanın tesisatı iflah olmaz, tesisatı halletsek ilk depremde yıkılır” diye endişe içindeler. “Yıkalım şu binayı, yeni teknolojiyle daha ferah, herkesin hayat tarzına daha uygun bir bina yapalım.” Yani neticede bir mimar lazım, tesisatçı değil. Ama Türkiye’de tesisatçılar yarıştırılıyor. Hangisinin daha az beceriksiz olduğu üzerinden gevezelik edip duruyoruz.
Başa döneyim, tesisatçı ile mimar arasındaki farka… Her iyi tesisatçı az çok aynı neticeyi alır. Her iyi mimarın aynı probleme bambaşka çözümleri olur. Siyaset mimarlık gibi bir şey, tesisatçılık gibi değil. Ve memlekette siyaset yapılmıyor. Çok okumuş, her şeyin doğrusunu bildiğini vehmeden, apartmanın yönetiminin kendilerinde olması gerektiğinden hiç şüphesi olmayan dördüncü ve beşinci kattakiler ise, tesisatçı ile mimar arasındaki farkı bile bilmediklerinden, “bize siyaset lazım” dendiğinde, zıplıyorlar. Kendi problemlerini çözecek, kendi giderlerini açacak bir tesisatçı ile problemlerin çözüleceğini, daha önce öyle çözülmüş olduğunu söyleyip duruyorlar. Esasen asker şöyle gelip darbeli matkapla, kendi pisliklerinin alt katlara akmasını sağlayacak operasyonu yapsa…
Ne güzeldi eski günler.
Şimdi bir ümit… Binanın mimari projesini yapmış firmanın tesisatçısı duruma vaziyet ederse, acaba biraz daha idare edilebilir mi?
Meselemizin özeti budur. Neden dördüncü ve beşinci kattakilerle uğraşıp durduğumu merak edenler var. Memleketin tesisatçıya değil de bir mimara ihtiyacı olduğunu idrak etmeyenler, “iyi bir tesisatçı iş görür, kâfidir” deyip duranlar onlar. Ürettikleri pisliklerin alt katlarda nelere mal olduğunu umursamadılar ve şimdi de sadece kendi katlarının dertlerini çözme derdindeler. Kendi katlarının nispi temizliğini delil gösterip, “diğerleri de bizim gibi olsaydı, bina bu halde olmayacaktı” filan gibi “akıllar”a sahipler. Bir yandan “ah, binaya girip çıkarken alt katlardakilerin halini görüyoruz ya, içimiz yanıyor” diyen de onlar. Arkasından “e ama hak ediyorlar, bu bina ilk yapıldığında nasıl güzel bir projesi vardı, bunlar kalabalıklaştıkça salonu bölüp oda yaptılar, balkonu kapatıp kiler yaptılar, hep o yüzden” diye ekleyenler de onlar.
Kılıçdaroğlu’nun, İmamoğlu’nun, Yavaş’ın ve sairenin ismi üzerinden gevezelik edip durmamıza itiraz etmem de, binanın problemlerinin bir tesisatçı marifetiyle çözülemeyeceğine iman etmiş olmamdan kaynaklanıyor. Günümüzün şartlarında, bina ahalisinin hepsinin daha rahat edeceği bir bina tasarlanabilir.
Ama esas mevzu şu, tesisatçı yerine mimar bulursak, o mimarın nasıl bir çözüm geliştireceğini bilemem. Bir mimar bulalım, mimarlar bulalım, siyaset yapmaya başlayalım hele, o mimarın tercihlerini konuşur dururuz. O süreçte de beş katın ahalisi, birbirimizi şimdikinden daha iyi anlarız. Derdimiz tesisatçıların yetersizliğinden kaynaklanmıyor —tesisatçılar fevkalade yetersiz, o ayrı— yeterliliği olan tesisatçı bulmakla çözülebilecek dert değil.