Sandık ve Kurumlar

Ağır bir seçim yenilgisinden sonra, hele “bu defa tamam galiba” duygusuyla aylarca yaşadıktan sonra yenilince, yenilginin acısını soylulukla hafifletmeye çalışmakta anlaşılmaz bir şey yok. Dolayısıyla “biz demokrasi istiyorduk, olmadı” filan geyiklerinin sebepsiz olmadığını biliyorum. Ama demokrasi, kurumlar filan gibi kavramların merhem niyetine tüketilmesine de içim razı gelmiyor. Karşınızda demokrasi istemeyen bir 52’nin olduğunu varsayıyorsanız, denklemi yanlış kurmuşsunuz demektir. Yanlış denklemin doğru sonucunu bulsanız ne işe yarar ki!

Erdoğan rejiminin katlanılır bir şey olmadığına itirazım yok. Yeni bir şey de değil, adım adım hayata geçti. “Hayata geçti” diyorum, çünkü Erdoğan’ın “planladığı/tasarladığı” bir şey değil maruz kaldığımız zulüm rejimi. Muhalif aktörler siyasetin alanını —yani sokağı, yani sıradan insanı— terk etmiş olduklarından, her hadisede bir adım daha attı Erdoğan. Gezi’de, 17-25 Aralık’ta, 15 Temmuz’da ve daha küçük ara durakların her birinde…

Gezi’den önceki Erdoğan ve o Erdoğan’ın o Türkiye’si de makul bir Türkiye değildi, ekonomisi betonlaştırılmış, hazinesi soyulan, şehirleri ve dereleri başta olmak üzere her şeyi yağmalanan, maden kazasında yakınını kaybedenin tekmelendiği, tren kazasında yakınını kaybedenin dava edildiği bir Türkiye idi. Ama teslim edersiniz ki ne şimdiki gibi bir medya düzeni, ne şimdiki kadar keyfi hukuk uygulamaları, ne kadınlara yönelik şimdiki pervasızlıklar vardı. Erdoğan şimdiki düzeni, şimdiki muhalefet “sayesinde” inşa etti, ona “rağmen” değil. Ve sizi temin ederim ki, eğer 14 Mayıs’ta ve sonra 28 Mayıs’ta önümüze bir sandık koymaya tenezzül edilmişse, 48’in vekâletini almış muhalif aktörlerden korkulduğundan değil. Tam aksine, o 52’den korkulduğundan o sandık önümüze geliyor. Memlekette demokrasiden geriye kalmış olan biricik şeyi, sandığı, onlara borçluyuz —“demokrasi istemiyorlar” denen kalabalıklara.

Sandık, demokrasinin gerek şartlarından biri ama asla yeter şart değil, ben de farkındayım. Kendi hesabıma, muhtelif yerlerde yazdıklarım ve söylediklerim orada duruyorlar, Erdoğan’ın demokrasiyi kıyısından köşesinden, usul usul kemirmesine her adımda itiraz ettim. Ama sanki eskiden demokrasi varmış da şimdi, Erdoğan yüzünden buharlaşmış gibi yapmanın manası yok.

Eskiden kurumlar vardı, tamam. Kurumlar demokrasinin olmazsa olmazlarından biridir, tamam. CHP’ye bakalım mesela, bir kurum mu? Kurum. Nasıl bir kurum? Kendisine oy verenlere karşı mesuliyeti ne? Ne kadar yerine getirdi/getiriyor? Bakın geçtim ülkeye karşı mesuliyetini, kendisine oy verenlere ne kadar açık kulakları? Onu da geçelim, mesela Acıpayam’da veya Ödemiş’te veya ülkenin gözden ırak herhangi bir yerinde yıllarını CHP’ye harcamış herhangi bir kişinin CHP’de ağırlığı ne? CHP’de neyi değiştirme kabiliyeti var?

Bize “kurumlar olmadan demokrasi olmaz” diye üstten bakarak SBF dersleri verenlerin herhangi birine dert oldu mu CHP’nin veya Mimarlar Odasının veya sendikaların hali? SBF’nin hali dert oldu mu herhangi birine?

Daha genelde üniversitenin hali dert oldu. “YÖK kalksın” nidaları eşliğinde, “üniversite özerk olsun” diye bağrışarak. Bence de üniversitede idari ve akademik özerklik elzem bir şey. Lakin özerklik, üniversitenin hesap vermeme özgürlüğü değil. Üniversite siyasi otoritelere hesap vermek zorunda kalmasın, tamam. Ama o vakit, topluma hesap vermesinin bir metodunu teklif edin. Mesela toplumun farklı kesimlerini temsil eden üyelerden müteşekkil bir mütevelli heyetine, filan. Uymadı mı? Uymaz. Çünkü “özerklik isteriz”in Türkçesi, “keyfilik isteriz”den başka bir şey değil. Kaldı ki, şimdi üniversite özerkliğine pek âşık olanlar, üniversitelere başörtülü kızlar alınmadığında mesela, “siyasi” bir karar kendilerine dayatıldığında, pek de ses etmediler, birkaç istisna dışında. Başörtüsü meselesini ısıtmak için işaret etmiyorum hadiseye, “bazı” siyasi dayatmalar, üniversitelerde idari özerklik isteyenlere pek rahatsız edici gelmemişti, ona işaret etmek istiyorum.

Odalar mesela, kurum mu? Kurum. Demokratik mi? Eğer sandıkla demokrasi oluyorsa, öyleler. Sandıktan fazlası gerekiyorsa? Karar sizin.

Mühendis, mimar odalarında, tabip odalarında, barolarda sandık kursak ve Erdoğan ile Kılıçdaroğlu’nu oylasak, herhalde hepimiz hemfikiriz ki, Erdoğan hezimete uğrar. Peki, ticaret odalarında, sanayi odalarında sandık kursak? Herhalde Erdoğan kazanır. Gidin bakın, mesela Jeoloji Mühendisleri Odasında mı, yoksa mesela Bursa Ticaret Odasında mı seçilmiş olanlar seçmiş olanların baskısını daha çok hissediyor. Sandıktan fazlası nerede var, bir bakın bakalım. Ticaret Odalarını yakından biliyorum, matah kurumlar değiller. Mesele, 48’in ağırlıkla ellerinde bulundurdukları kurumların çok daha berbat olması.

Türkiye’de demokrasi yok. Olanın sandık dışında kalanını da Erdoğan imha etti. Ama eskiden de yoktu ve şimdi “biz demokrasi istiyorduk, 52 istemedi” diyenler esasen eskiden de demokrasi istemiyorlardı, şimdi de istedikleri demokrasi filan değil. “Meritokrasi” diyecek olsak, o da değil. Çünkü meritokrasi, iyi kötü, seçkinliği hak etmiş birilerinin hegemonyasını ima ediyor. Bizde seçkinlik, bir tarihte bir sınavda geçmiş olmakla “kazanılan” bir şey, yapılıp edilenlerle kazanılmıyor. Dolayısıyla “demokrasi isterük” diyenlerin esas talebi, kendileri gibi olan “seçkinlerin” keyfi yönetimi. “Bağımsız kurullar, kurumlar” filan derken işaret ettikleri, sıradan insana hesap vermekten azade hücreler, sırça köşkler. Hep öyle oldu. “Liyakat” derken de…

Kılıçdaroğlu bize demokrasi vaat etmedi, seçkinlikleri kendinden menkul birilerinin hegemonyasını vaat etti. Erdoğan’a oy veren 52, Kılıçdaroğlu’nun vaadinin ne olduğunu pekâlâ fark edebilecek insanları barındırıyor içinde. Evet, o 52’nin içinde, ülkenin dini kurallarla yönetilmesini arzulayan ve Erdoğan döneminde muhtemelen yüzde 10-12’ye yükselmiş bir kesim var. Ama o 52’yi yekpare görmeye devam eder, onların demokrasi istemeyen cahiller, oylarını üç otuz paraya satan ahlaksızlar olduğu kanaatinizi sorgulamazsanız, aralarından kimseyi yanınıza çekemezsiniz. Eğer siz değilseniz bile yanınızdaki insanların demokrasi filan istemediklerini kabul etmezseniz, demokratik bir ülkede yaşama/yaşlanma şansınız hiç olmayacak.

Siz bilirsiniz.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin