Feyza Hanım, Ertuğrul Bey ve Okumuş Çocuklar

Ertuğrul Özkök yine küçücük simgelerden devasa çıkarımlar yapmış. Benim de yine itirazım var.
Birincisi… Bir düşünce deneyi yapalım. Feyza Erbaş’ın malum paylaşımını o değil de mesela “modern” —ve istikbal vadeden— bir dizi oyuncusu yapmış olsaydı, sizce Feyza Erbaş’ın aldığından daha farklı tepkiler mi alacaktı? Bence hayır. Millet burnundan soluyor, iktisadi durumun toplu taşıma ücretleri üzerinden değil de çocukların yurt dışı seyahatlerinden mahrum kalması üzerinden yapılması, yapan kim olursa olsun tepki çeker. Herkes rahatsız olur.
Şöyle bir fark var, kabul ediyorum. Bu paylaşımı yapan kişi Feyza Erbaş olduğunda daha mutedil bir tavır “gösteren” kişiler, eğer “modern” bir oyuncu benzer paylaşım yapsaydı daha yılandilli olurlardı —ve tersi. Yani herkes az çok aynı öfkeyi duysa da, öfkesini yansıtırken insanların değerlendirmeye aldığı başka kıstaslar var. En tayin edici görüneni, “öfkelendiğimiz insan hangi mahalleden, bizim mahalleden mi, karşı mahalleden mi” sorusu.
Peki… Kimin hangi mahalleye mensup olduğunu belirleyen ne? Anlaşılan o ki, Özkök’e göre, 28 Mayıs’taki tercih. Yani biri 52’lik, biri 48’lik iki mahalle var. Bu mahallelerin “mutually exclusive”, yani biri diğerini dışlayan iki ayrı değerler setine sahip olduğunu varsaymamızı da istiyor Özkök. Ve ince işçiliğe geçiyoruz. Kadının başörtüsü “neredeyse” saçı görünecek biçimde bağlanmış. Bir de birkaç tel saçı görünseymiş… Kadın “modern” oluverecekmiş maazallah. Esasen gözlüğüne bakınca, çocuğuna hitabına bakınca, muzipliğine bakınca…
O 52’nin içinde, bırakın saçının birkaç telinin görünmesini, 48’in içindeki sayısız kadının göze alamayacağı kadar rahat giyinen sayısız kadın var. 48’in içinde de saçını namahrem kimsenin göremediği sayısız kadın… Bıkmadınız insanları kendi değer setlerinize göre tasnif etmekten! Bıkmadınız büsbütün manasız “teferruattan” janjanlı teoriler üretmekten! Az malumattan çok bilgi (!) sağmaktan!
***
Özkök’ün haklı olduğu bir nokta var —ki hakkını yemeyeyim, yazısının esas derdi o gibi görünüyor. Bir kadın var, memleketin hali hesaba katılacak olursa yaygın bir mide bulantısı yaratacağı aşikâr olan bir paylaşım yapmış. Yapar a, memleketin halini bilmiyordur, şartları yanlış değerlendirmiştir ve saire… Ama mevzua, kadına “sen de diyorsun be, biz dolmuş parası bulamıyoruz” diye değil de “sen Diyanet İşleri Başkanının kızısın” diye dalmak, hiç de yakışıklı bir şey değil.
Peki, kim dalıyor mevzua bu berzahtan? 52’nin içinden birileri, “sen Diyanet İşleri Başkanının kızısın, kimin kızı olduğunu bil, ona göre davran” diyor olabilir mi? Olabilir. 52’nin kaçıdır bunlar? Yani “Diyanet İşleri Başkanının kızı evinde oturup kocasının ihtiyaçlarını karşılamalı, çocuklarını yetiştirmeli, her kadın gibi” diyebilecek olanlar yüzde kaçtır? Yüzde 10-12 civarına yükseldiklerini düşünüyorum. Ama Özkök’ün hitap ettiği kesim onlar değil. Özkök kendi mahallesinden olup da “Diyanet İşleri Başkanının kızı” diye yaygara koparanlara hitap ediyor.
Bence beyhude çaba.
Neden?
Çünkü Özkök’ün hitap ettiği kesimin esas derdi, zaten, mahut paylaşımı “Diyanet İşleri Başkanının kızının” yapmış olması. Başkası —mesela bir dizi oyuncusu— yapsa da benzer bir öfke duyacaklar ama böyle şehvetle saldırmayacaklar. (Dikkat isterim, burada yazar bilmem kaçıncı defa demiş oldu ki, “davranışlara bakarak duyguları deşifre edemezsiniz.” Bu mühim —ama neredeyse her vakit ihmal edilen— bir bilgidir. Konumuz açısından özellikle aydınlatıcı, çünkü Feyza hanımın başörtüsü stiline, gözlüklerine, oğluna hitabına bakıp kocaman çıkarımlarda bulunmak, eğer ahlaksızlık değilse ahmaklıktır. ) Zaha’yı Galatasaray değil de —misal— Adana Demirspor getirse Fenerbahçelilerde mevcut yıkımın olmayacaktı olması, peşinde Fenerbahçe değil de Adana Demirspor koşarken alınmış olsaydı Galatasaraylılarda mevcut tatminin gerçekleşmeyecekti olması gibi bir hal bu. Mevzu Zaha değil yani, mevzu Fenerbahçe ve Galatasaray. Benzer şekilde burada da mevzu mahut paylaşım değil, kimin yaptığı. Dolayısıyla ligi Fenerbahçe-Galatasaray arasına sıkışmış olmaktan çıkarıp en az beş, altı “kafaya oynayan” takımın hesaba katıldığı, her takımın da saygı gördüğü bir lig haline getirmeden çözülebilir olmayan bir problemden söz ediyoruz. İnsanlarda değil problem, ligin mimarisinde. Transfer döneminde mevzu Zaha olacak, lig başladığında Fenerbahçe veya Galatasaray’a verilen, verilmeyen penaltılar, kartlar. Diğer takımlar ancak Fenerbahçe ve Galatasaray’a rakip oldukları hafta “mana” taşıyacaklar.
Yani?
Zannedildiği —ve zannettirilmeye çalışıldığı— gibi 52-48 filan yok. Ahmakça bir sistemle bütün kesimleri sessizleştirip herkesi iki kapılı bir ağıla doğru sürdüğünüzde ortaya çıkan fotoğrafa bakıp gevezelik ederek, herhangi bir şeyi anlamış, anlamlandırmış olmuyorsunuz.
***
Gelelim bir başka “mühim” mevzua.
Özkök’ün hitap ettiği kesim, yani 48’in büyükçe bölümü, muhtemelen toplam nüfusun dörtte biri, birkaç nesildir şehirli olan, kapasitesi oranında kaliteli bir diploma edinmiş olan kesim, yeri geldiğinde, “bireyleri kendileri olarak değerlendirmek gerekir, ailelerine, mensup oldukları mahallelere göre değil” filan gibi ukalalıkları yapan kesim, evet, suçüstü yakalandılar. Ama zaten mütemadiyen suçüstü yakalanıp duruyorlar. Uluorta dile getirdikleri değerlerin neredeyse hiçbirine sahip değiller. En basitinden, bilim lafı edip duruyorlar, bilimden haberleri yok, sanat lafı edip duruyorlar sanattan anlamazlar. Bal deyince ağızları tatlanıyor ve o da bahse konu olan kesime kâfi geliyor. Müdafaa ettikleri değerlere sahiden sahip olsalar hayatlarının kalitesi yükselecek, ama bu işe teşebbüs etmeye ya takatleri yetmiyor veya kapasiteleri.
Doğduğumdan beri onların arasında yaşıyorum. Aklım erdiğinden beri onlara konuşuyorum. Bir şeyleri yazıp paylaşma imkânı bulduğumdan beri onlara yazıp duruyorum. Mealen ve özetle de, “dile getirdiğiniz değerlere sahip değilsiniz, saygı bile göstermiyorsunuz” diyorum. “Öteki mahalle” diye adlandırılmış olan bir muhayyel düşmanları var, her bir musibeti o mahalleden bilerek kendilerini rahatlatıyorlar. “Mevzu öyle değil” dendiğinde, anlamış görünüp, “öteki mahalle”yi yeniden, başka türlü adlandırıp yollarına devam ediyorlar.
Bir defa daha ve sözümü sakınmadan kendilerine buradan hitap edeyim.
“Siz” yanılıyorsunuz —karşı mahalledekilerin “de” yanılıp yanılmadıkları bahsi diğer. Bütün varsayımlarınız saçma. Bildiğiniz her şey hurafe. Eğer siz kendinizi düzeltirseniz, dile getirdiğiniz değerlere sahiden saygı gösterirseniz, sizin karşı mahalle olarak bildiğiniz yerden birileri sizin tarafınıza geçer mi, bir sonraki seçimi alabilir misiniz, bir fikrim yok. Daha doğrusu var da, konumuz bu değil. Konumuz, sizin hayatınızın kalitesi, sizin tatmininiz. Başkalarını düzeltmek adına harcadığınız mesainin onda birini harcasanız, kendinizden işe yarar bir şey yapma ihtimali var.
Nokta.