Hâlâ Nasıl Bu Kadar Destekçisi Var?

Şu berbat “deprem sonrası performansına”, şu ekonomiye, şu… Neyse, her şeyimizin dökülüyor olmasına bakıldığında nasıl oluyor da AKP (yani bay Erdoğan) hâlâ anketlerde bu oy oranlarına sahip görünüyor?
Eminim bu soru, hepinizin aklına sıklıkla düşüyor. WhatsApp gruplarınızı da sıklıkla meşgul ediyor. Esasen cevabı biliyorsunuz, herkes biliyor. Memleketin ekonomisi yağma üzerine kurulu, geniş yığınlar yağmadan şu veya bu biçimde kendilerini faydalandıran bay Erdoğan’dan vazgeçemiyor. Uymadı mı, biraz değiştirelim, toplumun genlerinde Ortadoğu’nun her tarafında görülen paternalist kültür kök salmış, ahalinin önemli bir bölümü de bay Erdoğan’ı baba olarak gördüğünden… Uymadı mı, biraz daha değiştirelim, memleketin sağcı ve dindar yığınlarının ikiyüzlülüğü malum, sırf sağcı ve dindar diye bay Erdoğan’ı arkalamayı sürdürüyor. Uymadıysa siz ilave versiyonları biliyorsunuz zaten, vakit kaybına lüzum yok.
Hemen bütün ortamlarda bu “açıklama”lar, böyle derin fikirler, şehvetle ortaya saçılıyor. Etraftakilerden biraz daha fazla mürekkep yalamışlar lafların arasına kalabalık referanslar da yerleştiriyorlar. Ama emin olun meselenin bütün bu sofistike gevezeliklerle zerre kadar alakası yok. Seçtiğiniz herhangi bir şeyi, mesela hangi patates cipsini nasıl tercih ettiğinizi düşünün. Çocuğunuza aldığınız bir kıyafeti nasıl seçtiğinizi mesela. Neticede beyninizin aynı modülleri, benzer bir biçimde işliyor parti tercihi yaparken. Birçok durumda, seçtiğiniz şeyi seçmek için bir tek sebep var, onu seçmemek için sayısız sebep olduğu halde hepsini dengeliyor.
Sizi üzebilir ama sadece bay Erdoğan’a rey verenlerin ve verecek olanların zihni öyle işlemiyor, sizinki de öyle işliyor. O kadar ki, yukarıda söylediğim denklemin tersi de hepimiz için geçerli. Yani birçok durumda tercih etmediğimizi tercih etmemek için bir tek sebep var ve karşısına o seçeneği tercih etmek için onlarca, yüzlerce sebep konsa… Kâr etmiyor. Yani mesela, bay Erdoğan’a rey verenlerin çok büyük bir bölümü, esasen kime rey vereceğini seçmiş değil, kime rey vermeyeceğini seçmiş durumda.
Neden öyle oluyor? Günlerce konuşabilir, yüzlerce sayfa yazabilirim. Ama meselemiz bu değil. Öyle oluyor. Hepimizde öyle oluyor. Yani mesela pandemi yüzünden erkene çekilmiş olan kriz dünya ekonomisini vurduğunda iktidarda bay Erdoğan olmasaydı ve yaptığı budalaca işleri yapmasaydı, muhtemelen enflasyon böyle yüzde iki yüzlere filan çıkmayacaktı ama yüzde kırklara çıkacaktı. TCMB rezervleri sıfırlanıp eksiye düşmeyecekti belki ama kritik seviyelerin altına düşmüş olacaktı. Başka biri —sizin seçtiğiniz biri— iktidardayken böyle bir afet vuku bulsaydı, belki Kızılay çadır satmayacaktı ama binlerce kişi yine sadece devletin kifayetsizliği yüzünden ölecekti. Birileri, ağırlıklı olarak sağcı ve dindar birileri, “eziliyoruz, geçinemiyoruz” diye, “enkaz altında kaldık, çadır yok, devlet nerede” diye bağrışacaktı. (“Hmm, bizim seçtiklerimiz bu işi beceremiyormuş, gidip siyasal İslamcılara rey vereyim” demeyecektiniz.)
Doksanların ikinci yarısında biz, evet bu kadar utanmazca azarlanmadık filan ama az çok tam da bunları yaşadık.
Diyeceksiniz ki, “evet benzer şeyler yaşandı ama millet senin dediğin gibi davranmadı, tercihini değiştirdi, parlamentodaki bütün partileri sildi, yerlerine yepyeni partileri getirdi.” Evet, öyle oldu. Çünkü piyasaya “yepyeni” bir marka girdi. Seçmen 2002’de sadece iktidar ortaklarını değil, o iktidarla düet yapan muhalefeti de silip attı. İktidarıyla, muhalefetiyle bütün partilerin kavram haritalarına temelden aykırı giden AKP’yi getirdi.
Mevcut partilerin karnını yarıp içlerinden yepyeni partiler çıkarmak şart değil, mevcutların yaşanmış olanlardan ders aldıklarına dair işaretler olsa, seçmen tercihini değiştirir. Görülmemiş bir hızla ve görülmemiş oranda değiştirir.
AKP en başından itibaren yalan söylüyordu, iddia ettiği şey değildi, başka mevzu. AKP’nin ambalajında yazan şey, hepsi devletin tahkimatına kafa yoran —sadece her birinin tahkimat projesi farklı olan— çok sayıda partiye karşı, milleti —sivil toplumu— tahkim etme vaadiydi. Topluma yaslanarak geldi AKP. 2002’de on binlerce genç insan, gecelerce afişleme yaptılar, bilabedel. Mesailerini, mali kaynaklarını seferber ettiler. Son derece organize bir devlete karşı, son derece ahlaksız bir medyaya karşı, son derece sivil insanlar tırnaklarıyla yaptılar AKP’yi.
Şimdi neden o günlerin AKP’sine benzer bir heyecan uyandıramadığı hususunda zerre kadar kafa yormayan alternatifleri var bay Erdoğan’ın. Masadaki seçenekler yani, 2002’de ne idiyse hâlâ o. Evet, bayatlamış, sağlığa fevkalade zararlı bir bay Erdoğan bu. Evet, ambalajında yazılı olan muhteviyata sahip olmadığı apaçık göründü. İyi de… Karşısındakilerin hepsi için de aynı şartlar geçerli. Dolayısıyla yirmi yıldır yapılagelmiş bir tercihi değiştirmek için kâfi sebep yok.
Kaldı ki… Bay Erdoğan’ın ambalajında hâlâ aynı şey yazıyor hiç değilse. Diğerlerinin ambalajları bile millete karşı, devletin yanında.
Mesele din değil, sağcılık/solculuk değil, kültür değil, coğrafya değil, toplumun genetik kodu değil. Size/bize bunları satmak için sıraya girmiş boşboğazlar, tıpkı din tacirleri gibi, bir bilginin tekeli üzerinden sosyal statü talep eden, farklı mezheplerin imamları, hafızları. Çok okumuşlar, çok ezber yapmışlar… Ama kendilerinin kendi tercihlerini nasıl yaptıkları üzerine zerre kadar kafa yormamışlar. Sizin de kendi tercihlerinizi nasıl yaptığınız hakkında kafa yormanızdan fevkalade korkuyorlar. Çünkü bildikleri şeylerin ne kadar beyhude olduğunu fark edersiniz ve… Yaldızları dökülür.
İçinde yaşadığımız, mensubu olduğumuz toplum, dünyanın diğer toplumları gibi bir toplum. Dünyanın bütün toplumları gibi, kendisini depremden koruyacak, koruyamadığında deprem sonrasında yardımına koşacak kadar güçlü bir devlet istiyor. Altmış yıl önce, kırk yıl önce, yirmi yıl önce isteyemeyeceği şeyleri —mesela deprem sırasında GSM altyapısının çalışmasının garanti edilmesini— istiyor. Altmış yıl, kırk yıl, yirmi yıl önce itiraz edemeyeceği şeylere itirazı var, kendisine bir kimlik dayatılmasını, haberleşmesinin kontrol edilmesini istemiyor. Altmış yıl önce de bunları istemeyebilirdi belki ama dünyanın başka yerlerinde toplumlar da bu tür itirazlarını dile getirmekte yetersizdi. Altmış yıl önce mesela, ABD’de bile kadınlar tıp okuyabilmek için dövüşmek zorunda idiler. Devletle… Yani devlet hangi cinsin neyi okuyacağına karışabilen bir şeydi. Şimdi öyle değil.
Mensubu olduğumuz toplum, bütün bu yakın geçmiş boyunca, dilinden devletin bekası lafını, “Allah devlete zeval vermesin” temennisini hiç düşürmedi ama önüne devleti geriletme iddiasıyla gelen her oyuncuya muazzam bir destek verdi. Hiçbir fırsatı ıskalamadı. Lafa değil de işe bakarsanız, bugün de birileri çıksa ve “sizin için sizinle birlikte” dese… İnanmaya hazır olduğuna kalıbımı basarım.
Ama denmiyor.
Kendilerine siyasetçi diyen, kendilerine siyasetçi muamelesi yaptığımız bütün özneler bize “siz bilmezsiniz, sizin için iyi olanı ben bilirim, ver reyini gerisine karışma” diyor. Aralarındaki farklar, bizim için iyi olanın ne olduğu hususundaki reçete farklarından ibaret. Birisi Kanal İstanbul yapacak mesela, İstanbul nüfusunun bir bölümünü iki uydu kente taşıyacak filan. Öteki ise bizi köye dehleyip çifte koşacak. Birinin Kanal İstanbul için harcayacağı kaynağı, öteki, köye dönerseniz eğer, size traktör kredisi, mazot sübvansiyonu, tohum desteği olarak harcayacak. Ve elbette çiftçiliği öğretecek okullar filan da açacak, onların maliyetini de küçümsemeyin.
Üstüne vazife olmayan her bir işi bihakkın yerine getiren, ama üstüne vazife olan bütün işlerde fena halde çuvallayan bir devletimiz var. İddia ediyorum ki, üstüne vazife olmayan işlerdeki performansı, üstüne vazife olanları yapamıyor olmasından kaynaklanıyor. Enkazın altındaki canlı insanları donmaya terk etmek zorunda kaldığı için twitter yavaşlatma konusunda maharet kazanması gerekiyor. Serbestiyet’te verdiğim misalle söyleyecek olursam, Susurluk’ta ortaya çıkan rezilliğe mani olamadığı için 28 Şubat marifeti sergiliyor. Hatırlayan vardır, medyasıyla, devletiyle, andıçıyla, fişlemeleriyle, yargısıyla ne kadar muazzam bir koordinasyon içinde işlemişti “devlet”. Olağanüstü bir orkestrasyon…
Biz “onu alma beni al” demeyi sürdürdüğümüz sürece, devlet bizi böyle burnumuzdan tutup sürükleyecek. “O paternalist, koyun, cahil, ben senin makbul çocuğun değil miydim” dedikçe birileri, “o beyni yıkanmış, yabancı hayranı, bizim medeniyetimizin düşmanı, hain, ben ise senin esas çocuğunum” dedikçe ötekiler, bay Erdoğan’a rey vermekle karşısındakilere rey vermek arasında çok fark yok.
Unutmuşum, ilave edeyim: Hükümet istifa!