İstihdam, Üretim, Gelir ve Virüs

Son dönemde tartışıp durduğum mevzular için şahane bir misalle, bugün Gazete Duvar’da, Şenol Sırma’nın yazısında karşılaşıyoruz. Sosyalist olduğunu hissettiğimiz Sırma bir yerde diyor ki…
“Temel gelir kavramı, bir toplumda yaşayan bütün insanlara, çalışma hayatındaki bugünkü veya geçmişteki yerlerinden bağımsız olarak, sadece toplumun bir ferdi oldukları için, koşulsuz olarak sağlanan nakit geliri ifade eder. Kavramın yansıttığı yaklaşım, kapitalist değerler sistemini ciddi bir biçimde sorgulayan bir yaklaşımdır, çünkü emeğe verilen değerin yerine insana ve insan haklarına verilen değeri koyar. Bir sosyal politika aracı olarak temel gelir kavramı koşulsuz şartsız bir biçimde sadece yurttaş olmaktan kaynaklı bir haktır.”
Ya…
Kapitalist değerler sistemi emeğe değer veriyormuş hâlbuki insana, insan haklarına değer vermek gerekiyormuş.
Siz benim bu paragrafı okurken öfkelendiğimi düşünürsünüz diye tahmin ediyorum. Hâlbuki “hah bu” dedim içimden. Neden? Çünkü bugüne kadar kendimce eleştirdiğim kavram haritasının içinde söz alanlar, “biz sosyalistiz, bizim için emek değerlidir, insan da değerlidir, insan hakları da değerlidir, iyi olan her şey bizim tekelimizdedir, demek ki bizim gibi olmayan kötüdür” makamından çalıyor, söylüyordu. (“İnsan da değerlidir” derken, yani, Platonik bir insan kategorisi kast ediliyor, yoksa size, bana, kendilerine değer verdiklerini elbette söyleyemeyiz.) Sırma, kucağındakini bırakmadan bir başkasını kucaklayamayacağını idrak etmiş gibi tutum almış. Kendisine benden büyük bir alkış. Kapitalist değerler sistemi nedir, emeğe sahiden değer verir mi… Bunlar bahsi diğer.
Gelelim paragrafın son cümlesine… Ne anlıyoruz? Hepimizin, sadece yurttaş olduğumuz için bir hakkımız daha oldu. Daha önce yoktu böyle bir hak, Anayasa’da yoktu, İnsan Hakları Sözleşmesinde yoktu, antikapitalistlerimizin dilinde yoktu, şimdi oldu. Hoş geldi.
Beni biliyorsunuz, hak kelimesinin böyle uluorta kullanılmasına da içerliyorum. Yani diyebilirim ki mesela, “hayırdır kardeş, dedenin böyle bir hakkı yoktu da senin neden var?” Eğer mesela güneş Kova burcuna girdiğinden filan, yani öyle zamanı nedense tam şimdi geldiğinden, kendiliğinden zuhur etmemişse, hudayinabit değilse, metnin içinde geçen mülksüzleştirme filan gibi kavramlarla bir akrabalığı olabilir mi işbu hakkın şimdi hak olması? Bütün bunları da sormayacağım. Haktır, bundan böyle haktır, kabul ettim.
Görüyorsunuz acelem var, çünkü sizi bir başka yazıya götürmek istiyorum. Ege Cansen’in bugünkü yazısına… Cansen, okumuşsanız/okuyorsanız biliyorsunuzdur, eğer başkaları kadar hayal kurabiliyor ise de, biz o hayaller hakkında bir bilgi sahibi olamıyoruz. Öyle herkesin iyiliğini herkesten çok talep eden biri gibi de durmuyor. Bugünkü yazısında da —genellikle bütün yazılarında olduğu gibi— nelerin olmasını hayal ve talep ettiğini değil de, nelerin olabileceği hakkındaki düşüncelerini öğreniyoruz. Bir tuhaf adam işte. Biraz kötülük var galiba içinde. Kapitalist mi ne! Zaten küreselleşmeden söz ederken bir küfür gibi söz etmiyor.
Cansen ekonominin Covid-19 yüzünden ani bir duruşa geçtiğini, olağanüstü bir kütleye ulaşmış olduğu için de yeniden harekete geçmesinin zor olacağını söylemiş, özetle. Atalet momentini yenip toparlanmaya başlamak, yavaşlamadan daha uzun sürecek diye iddia ediyor.
E evet, atalet momenti (inertia) kavramı, bence de, son derece kullanışlı bir kavram. Sürtünmesiz, kütlesiz Platonik âlemde muadili olmadığı için klavyeşorların pek çoğunun menziline giremiyor ama şu biçimsiz hayatı belirleyen esas dinamiklerden birine işaret ettiği için mühim. Dolayısıyla Cansen’in sözleri, virüsten sonra da gerçek, biçimsiz dünyamızda yaşamayı sürdüreceğimize göre, dikkate alınması gereken şeyler. (Bu arada işaret etmek isterim ki, âlemin biçimsizliğinin müellifi biz değiliz. Biz o biçimsizliğin yan ürünlerinden sadece biriyiz.)
Yine de Cansen’den çok daha iyimserim. Virüsten sonra, beklenmeyecek kadar hızlı bir toparlanma olacakmış gibi hissediyorum. Elbette benim hislerim ile Cansen’in bilgileri arasında bir tercih yapmak zorunda kalırsanız, ikincisine itibar etmenizi tavsiye ederim ama yine de hissiyatımın Cansen’in kavram haritasına büsbütün yabancı olmadığını hatırlatayım.
Bana öyle geliyor ki, dünya ekonomisi virüs öncesindeki büyüklüğünden (kütlesinden) daha da büyük olabilirdi. Ama mesela istihdam yaratma filan gibi gayri iktisadi tercihlerle oluşturulmuş aşırı sürtünme yüzünden, kütlenin normal atalet momenti frenleniyordu. Şöyle söyleyeyim, eğik düzlemde yokuş aşağı hızlanabilecek pozisyondaki kütle, eski kavramlaştırmalardan kurtulamadığından, enerji yavaşlatılmasına harcandığından… Anladınız siz onu.
Kütle şimdi durdu. Ama eğik bir yüzeyde duruyor. Virüs sonrasında, virüsün sebep olduğundan da daha gerçek korkular kendilerini hissettirmeye başladığında, öncesindeki lüks takıntılar —mesela istihdam yaratma takıntısı— birer birer terk edilecek ve kütle beklenmedik bir ivmeyle hızlanacak diye düşünüyorum. Ve metnin başında Sırma’nın yazısına müracaat etmemin sebeplerinden biri de… O antika takıntılardan birine, muhtemelen en mühim birine işaret etmesi.
Biliyorsunuz şahsı, harika yönettiği ekonomi duvara her tosladığında, müteşebbisleri hedefe yerleştirip, “ulan her biriniz birer ikişer birilerini işe alsanız ne olur ki” diye sitem ediyor. Gördüğünüz gibi, birbirlerinin gırtlaklarına sarılmış olsalar da, şahsı ve “solcu” antikapitalistler, esasen aynı pencereden bakıyorlar âleme… Ve esasen işbu anlayış için şahsına da, onun periyodik sitemlerine de ihtiyaç yok, sistem, bütün dünyada, uzun süredir, istihdam yaratma takıntısıyla işliyor. Üretim kolaylaştı, aşırı kolaylaştı, dedelerimiz için hak olmayan şey üretimin o aşırı kolaylaşması sayesinde hak olabilir hale geldi. Ama ürettiğimizi satamıyoruz çünkü gelir emeğe endeksli.
O halde?
“Üretim için hiç de elzem olmayan bir takım işler icat edelim, birileri daha gelsin, gitsin, emek harcıyormuş gibi yapsın, biz de ona ücret ödeyelim, bu sayede ürettiklerimize müşteri olsun.” Uzun süredir hal buydu. Bence, kimsenin tahmin edemeyeceği kadar muazzam ölçekte bir lüzumsuz istihdam üretildi. Virüs, bana öyle geliyor ki, o lüzumsuz istihdamın ölçeğinin farkına varılmasını da sağlayabilirdi ama dünyanın yekûn problemlerini —bu arada gelecek nesillerin de problemlerini— çözmeye kendilerini adamış, virüsü de bu hususta bir fırsat olarak gören zevat oraya bakmıyor.
Ama…
Virüsten sonra can havliyle çarkı döndürmeye çalışacak olanlar, Cansen’in sözünü ettiği “harekete geçirmek zor olacak” korkusuyla, önce bu lüzumsuz istihdamı küpeşteden atmaya kalkabilirler. İşsizlik oranları, bütün dünyada, virüs öncesi ile kıyaslanmayacak kadar yükselebilir. İşsizlik oranlarının aşırı yükseldiği şartlarda bile üretimin aksamadığı —hatta belki de yükseldiği— görüldüğünde… Tüketimi sürdürmenin biricik yolu olarak… Temel Vatandaşlık Geliri seçeneği kalır elimizde. Ki galiba İspanya’da zaten karara bağlanmış görünüyor.
Gelirin emeğe bağımlılığı, virüs öncesi iktisadın gayri iktisadi olan biricik özelliği değildi ama muhtemelen en gayri iktisadi olanı idi. Bu süreçte başka düzeltmeler de gündeme gelecektir. Ve… Sadece gelirin emekten bağımsızlaştırılmasının sayısız sosyal/kültürel/iktisadi neticesi olur.
O neticeler hakkında kafa yorulabilen bir dünya ne güzel dünyadır. Onlar hakkında kafa yoranlar ne güzel insanlardır.