Kavanoz

Sosyal medyada uzun süredir dolaşımda olan bir metafor var. Kabaca şöyle bir şey: Güya bir kavanoza arıları ve sinekleri doldurmuşlar. Kavanozun tabanını aydınlattıktan sonra kapağını açmışlar. Arılar ısrarla ışığa —aydınlığa— doğru uçup kavanozun dibine çarparken, sinekler… Bildiniz siz onu, açık olan kapaktan usulca sıvışmışlar.
Metaforun sayısız zırvalığı var. Mesela sinekler de ışığa yönelir. İlaveten arılar ile sinekler arasında tercih yapan biziz, tabiat açısından aralarında bir fark yok. Ve en mühimi… Işığa meftun olup kavanozun dibine çarpıp durmak marifet değil. Işığa ulaşmak —en azından ışığa doğru yol almak— istiyorsan, kavanozun açık kapağından uçar gider, sonra istikametini yine ışığa döndürürsün.
Neresinden baksan zırvalık ama yine de periyodik aralıklarla bana ulaşıp duruyor. Kimler paylaşıyor, tahmin etmek müşkül değil.
İnsanın kendisini kavanozun dibine çarpıp duran ahmak arılarla özdeşleştirmesi, bence, üzerinde düşünülmesi gereken bir hal. Kendisine bu zulmü reva gören insanlara kızmak yersiz, onlara acımak gerekiyor. Zaten besbelli, kendilerine de acıyorlar. Acılarından bir soyluluk çıkarmaya gayret ediyorlar. Eh, soyluluk çıkarmak için de, birilerini —misalimizde sineklerin temsil ettiği ötekileri— aşağılamaktan başka bir şey gelmiyor akıllarına.
***
Emile Zola kendisini bu metafordaki arı yerine koysaydı, bir manası vardı. Devasa bir yalan makinesine karşı bir başına ciddi risk almıştı. Veya Voltaire ve arkadaşları —eğer arkadaş olarak görebileceği birkaç kişi var idiyse— kendilerini o arılar olarak görseler, yine bir manası vardı. Sahiden de akıntıya karşı kürek çekmişlerdi.
Ama kürek çekmişlerdi.
Yani kavanozun tabanına vurmuşlar, sakatlanmayı göze almışlardı. Şimdi vızıldayıp duranların aldıkları herhangi bir risk yok. Kendi kendilerini kapana kıstırmışlar, kendilerini güncelleme niyetleri —esasen kabiliyetleri— yok. Hayatlarını geniş yığınlardan farklı olmaya yatırmışlar, bunda bir şıklık bulmuşlar. Bir diplomadan başka herhangi bir karine de yok ellerinde, yığınlardan farklı olduklarına dair.
İnsan severlik çizgisinden start almışken insana nefret ipini göğüslemeleri, ellerinde “ama ben farklıyım” demekten başka bir kıymet olmamasından. Acıklı bir kader. Hem herkesten farklı olmak için yola çıktılar hem de hepsi birbirine tıpatıp benziyorlar. Dünyayı değiştireceklerdi, şimdi biri gelsin kavanozu çevirsin de hürriyetlerine kavuşsunlar diye beklemekten gayrı bir programları yok. Ama vızıltıları da eksik değil.
Diye geldiğim gibi, bu hali Türkiye’ye, modernleştirilmiş toplumlara has bir hal zannediyordum, değilmiş. ABD’de de mesela, NYT veya CNN, aha bizimki gibi gürültücü ama kapana sıkışmış zevzeklerin platformları gibi görünüyor. Trump bir daha kazanırsa, ahali bunların vızıltısından usandığından kazanacak. Kaybederse, kavanozun açık kapak yerinden dışarı çıkıp —mesela siyahların hayatı için— dövüşenler sayesinde kaybedecek.