Lloyd George ve Davutoğlu

LLoyd George

Erol, 1970’lerde yapılmış, Lloyd George and the Turkish Question adlı bir tezi paylaşmış (https://circle.ubc.ca/bitstream/handle/2429/20953/UBC_1978_A8%20H57.pdf?sequence=1). Okurken durmadan Davutoğlu gelip durdu aklıma. Birçok sebeple.

Bir defa Lloyd George’un, Davutoğlu gibi biri olduğunu hatırlıyoruz. Dünyayı siyah beyaz gören, Britanya İmparatorluğunun yüce menfaatlerini zavallı kavramlaştırmalarına iliştiren, gerçeklikle zaten zayıf olan bağı zamanla iyice kopan, kurduğu hayaller için başta “dostları” Yunanlılar olmak üzere kendisinin ve kabinesindeki diğer şahinlerin başını fena halde derde sokan bir hayalperest…

Sonra, Milli Mücadele sırasında Anadolu savaşını kışkırtan George’un Britanya’nın tamamını temsil etmediğini, başta askerler olmak üzere birçok kişinin Britanya’nın esas menfaatinin Yunanlılarla değil Türklerle birlikte olmaktan geçtiğini iddia edip durduğunu hatırlıyoruz. Fransızların ve İtalyanların da George’un “uyanması” için gereken işaretleri verdiklerini de… Ama George uyanmıyor.

***

Esas mesele ise başka.

Tarihi ve sosyolojiyi siyah beyaz okuyunca görünmüyor besbelli ama Britanya’nın dostları o kadar dost, düşmanları o kadar düşman değil. Daha doğrusu, dostluklar, düşmanlıklar zaman içinde durmaksızın değişiyor. Ama o değişim George’un hayallerinin fotoğraflarından müteşekkil albümde karşılığını bulmuyor.

Lloyd George’un serencamından bizimkine bir paralel çizecek olursak…

Günümüzün Yeni-Osmanlıcıları, kendi yazdıkları tarihe yaslanarak, pax Ottomana denen şeyin geniş bir coğrafyada “Türkler gelsinler, eski düzeni ihya etsinler” hasretini canlı tuttuğunu zannediyorlar. Sonra da bu zan üzerine politika inşa edip maceraya girişiyorlar. 1990’larda, özellikle Sovyet rejiminin çöküşünü müteakip, Orta Doğu ve Orta Asya’da Türkiye’ye yönelik kayda değer bir muhabbet var mıydı? Şahsi gözlemlerine yaslanarak temin edebilirim ki, vardı. Nerede? Tabanda. Ahalide. Ama hemen her ülkenin başkentindeki sarayda Türkiye apaçık bir düşmandı.

Eh, Yeni-Osmanlıcılar “biz zaten halkın teveccühünü önemsiyoruz, ona oynadık” diyebilirler. Ama… O teveccüh, Osmanlı’ya duyulan bir hasret değildi. Netice itibarıyla kimsenin pax Ottomana filan özlediği yoktu. Eski düzeni ihya etmeye hevesli olan neredeyse bir tek kişi bile yoktu Türkiye’nin imrenerek seyredildiği ülkelerde. Aksine, “Osmanlı sonrası Türkiye” idi imrenilen.

Delil lazım mı? Şimdiki Türkiye, kimse için imrenilen bir yer değil.

Eh, delil lazım değil, çünkü malum politikaların mimarları “bile” farkında ki, Türkiye, kendi dönemlerinde, eski Osmanlı coğrafyasında dehşetli itibar kaybetti. “Neden kaybetti” diye sorduğunuzda da cevapları hazır: Hep şu emperyalistler yüzünden. Türkiye’yi ve asrın şeyini kıskandıklarından, kara propaganda marifetiyle…

Türkiye’nin “yumuşak gücünü” hızla kaybetmesinin biricik mesulü asrın şeyi ve vasıfsız çetesi değil. Daha önce Demirel ve sonrasındaki yekûn zavallılar irtifa kaybında hissedar oldular. Ama Türkiye’nin elinde kalanı sorumsuzca yele veren mevcut iktidar oldu. Az buz bir şey değildi 2002’de sahip olunan. Doğru dürüst kullanılabilseydi, hem ülkenin, hem bölgenin ve hatta hem de dünyanın kaderini olumlu istikamette ciddi ölçüde değiştirebilirdi.

Doğru dürüst kullanılamadı —ki bunda muhalefet de az suçlu değil, onlar da Lloyd George’un başka versiyonları— ve herkes kaybetti. Asrın şeyi kazandı.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin