Memleket Kutuplaşmış

Vefatının ardından, Doğan Cüceloğlu’na ait olduğu iddia edilen metinlerin bombardımanına maruz kaldık hep birlikte. İkisinin frekansı özellikle çok yüksek.

Birisinde, sahnedeyken yere ekmek parçası koymuş da, o ekmeğe basana para ödülü vadetmiş. Kimse basmamış, Cüceloğlu da “işte değerler eğitimi budur” demiş. Ama efendim, ekmeğe basmayan insanlar nasıl olup da bu kadar kolay yalan söyleyebiliyorlar, yalan söylediğini apaçık bildikleri insanlara nasıl bu kadar itibar edebiliyorlarmış! Yalandan sakınmak gibi bir değerleri de olsaymış… Filan.

Otuz yıldır muhtelif gruplarda demeye çalışıp becerememiştim. Okumuş çocuklara “bu toplumun filanca tutumuna bakıp hakkında imal ettiğiniz ve mütemadiyen tekrarlayarak kendinizi inandırdığınız varsayımların manası yok” deyip durdumsa da, imanlarında bir çentik açamadıydım. Bu misal galiba meseleyi açıklığa kavuşturmaya yardımcı olur. Ahali, tabiata karşı oynadığı oyunda son derece ahlaklı. Son derece saygıdeğer bir kültürü var ve o kültür insan dışı tabiata karşı adil, yüce gönüllü filan. Esas mühimi, ilkeli.

Mesele insana karşı oyunlarda ortaya çıkıyor. “İnsana karşı” dedimse de, kendi içinden çıkan insana karşı… Yoksa elin Alman’ına, İngiliz’ine de pekâlâ tabiatın bir unsuruymuş gibi davranabiliyor. Ama kendisiyle aynı dili konuşan, aralarından çıkmış, zabit olmuş, polis olmuş, memur olmuş ve kendisine tepeden bakmayı itiyat haline getirmiş olanlarla bir oyun oynamaya mecbur kaldığında… Ne yapsın yalan söylemeyip, hile yapmayıp?

Burada yardımımıza, dolaşımdaki ikinci metin yetişiyor. Güya, Cüceloğlu’nun gözlemlerine göre, ABD’de eğitim insanları yontuyor ve güvenilir kılıyormuş. Evet, Türkiye’de eğitim insanları kıyıcı, hoyrat, nobran yapıyor. Kime karşı kıyıcı, hoyrat, nobran? Aralarından çıktığı insanlara karşı. Yoksa onlar da Alman’ın, İngiliz’in önünde elpençe. Aralarından çıktığı ve bu dünyada umabileceği biricik şey onların aralarından çıktığını behemehâl unutmak olan zibidiler, sittin senedir, memleketin insanına demediklerini bırakmadılar. Şimdi de mesela, bir zavallı heyetle başa çıkacak kabiliyetleri, becerileri, çabaları yok, yine “niye bunları seçiyorsun” diye ahaliye gürlüyorlar. “Ben acaba neyi beceremiyorum” diye zerre kadar kafa yormadan, “ah ulan ben Norveç’te doğacaktım ki” edebiyatı yapıyorlar. Ahali de “ulan yettiniz gari” diye, sırf bunlara haddini bildirmek için Erdoğan ve şürekâsının peşinden gidiyor.

Kadıköy’de bir tuhaf pazar varmış. Pazar artıklarını rasgele poşetlere doldurup yirmi liraya satıyorlarmış. Çürük çarığın içinden belki de işe yarar bir şey çıkar diye insanlar kuyruklar oluşturuyorlarmış. Ekşi Sözlükte biri bunun için bir başlık açmış. Altına derhal “ay artık üzülmüyorum bunlara, müstahaklarını buluyorlar, o kuyruktakilere sorsan, yüzde sekseni AKP’ye oy veriyordur” filan diye döktürmüşler.

Üzülmüyormuş beyzade. Üzülerek lütufta bulunuyormuş, artık lütfunu sakınmaya başlamış. Sen kendine, kendi haline üzül, budala. Eh, onlar da sana üzülmüyorlar zaten. AKP her gün senin manasız düzeninin orta yerinde yeni bombalar infilak ettirirken, sinir uçlarınla oynarken, “ulan şu çürük çarığa yirmi lira verdim ama aha bu zibidiler de gün görmüyorlar ya” diye mutlu oluyor onlar da.

AKP memleketi kutuplaştırıyormuş… Beni bilen bilir, otuz yıldır, memleketin kutuplaşmış olduğunu, iki tarafın birbirinin dilini inkâr ediyor olduğunu söyleyip duruyorum. Erdoğan’ın yaptığı şey, zaten mevcut olan bu kutuplaşmadan kendi gemisini yürütecek enerjiyi, sorumsuzca devşirmekten ibaret. Kutuplaştıran o değil.

Toplumlar kendi içlerinden birilerine ekstra imkânlar sağlar, bu yolla bir elit kesim yaratır. O elit kesimin işi, toplumun problemlerini çözmektir. Herkes kendince bir şeyler mırıldanır mesela, seni mektebe yollarlar, herkesten farklı, daha kaliteli bir müzik yapman gerekir. Ucuz yoldan, bet sesinle, mesela “yarınlar bizim” diye bağırıp, memleketin ümit stoklarını istismar etmekle bir pozisyon kapmaya, kaptığın pozisyondan da ahaliyi aşağılamaya filan kalktın mıydı…

İşte bu olur.

Bir işe yaramamış generaller, doğru dürüst şehirler yapamamış mimarlar, şehirciler, işi gücü memleketin çocuklarını fişlemekten ibaret olan MİT’ler filan… Onlarca yıldır, kendi beceremedikleri her işin faturasını ahaliye çıkardılar/çıkarıyorlar. Erdoğan ve şürekâsı da onlardan öğrendikleriyle işte… Ağzına yüzüne bulaştırdığı operasyondan bir zafer hikâyesi yazıyor, kendisi hariç herkesi suçluyor. Öncekilerden ne farkı var?

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et