Millennium Köprüsü
Lisede üzerinden uygun adım geçen birliğin adımlarıyla rezonansa gelip yıkılan köprünün filmini izlemiş, büyülenmiştim. Statik bilginize yaslanarak bir köprü yapıyorsunuz. Bir zaman sonra üzerinden bir askeri birlik geçiyor. Beklemediğiniz, aklına bile gelemeyecek şeyler oluyor. Aklınıza gelmediğini biliyoruz, çünkü gelse o birliği, oradan, o şekilde geçirmeyeceksiniz.
Ya şimdi de yaptığımız herhangi bir şey, beklemediğimiz, aklımıza kalsa olmaması gereken neticeler doğurursa? Doğurursa ne demek, doğuruyorsa? Doğuruyor ve biz farkına varmıyorsak?
Bu sorular aklıma düşmüş ve kendimi birden, son derece fantastik, büyüleyici bir âlemde hissetmiştim. Daha doğru bir deyişle, fantastik, büyüleyici bir âlemde yaşıyor olduğumuzu fark etmiştim.
Uzun süredir kendimi yaşlı ve yorgun hissediyorum. Artık âlemi fantastik ve büyülü bulmamaktan kaynaklanmıyor yorgunluk hissi. Tam aksine, âlemin sırrının çözüldüğünü zanneden, kendisinin de dandik mektep sıralarında, üniversite amfilerinde o sırrın çözümünü öğrendiğini vehmeden, herkese o çözümü dayatarak tatmin üreten biçarelerin küstahlığı tarafından kuşatılmış olmaktan kaynaklanıyor.
Senkronizasyon ve rezonans, ta o filmi izlediğim lise yıllarımdan beri, etrafımdaki sığlıktan bunaldığımda, hatırlayıp kendime terapi uygulamakta müracaat ettiğim gerçeklikler oldu. Sahiden içe sinecek açıklamalarına, nihayet, 1990larla birlikte, komplekslik kavramının altında ulaştım. Açıklanabilir olması senkronizasyonun büyüsünün bozulmasına sebep olmadı. Aksine, kompleksliğin ne kadar güçlü, ufuk açıcı olduğunu, uçsuz bucaksız şeyler vaat ettiğini hissetmeme sebep oldu.
Neden hatırladım şimdi bunları? YouTube önüme bir video getirdi. Londra’daki Millennium Köprüsünün açılışında yaşananlar da var videoda. Sivil —yani uygun adım yürümeyen— insanlar köprüden geçiyorlar ve bir süre sonra köprü yaylanmaya başlıyor. Tuhaf görüntüler ortaya çıkıyor. İnsanların adımlarının senkronize olduğunu fark ediyoruz. Neler oluyor? Anladığımız şu: Köprü yanal kuvvetlerle yaylanmaya başlayınca, hepsi de birbirinden bağımsız olarak, köprünün üstündeki insanlar köprünün salınımına reaksiyon gösteriyorlar ve o reaksiyon adımların senkronize olmasına yol açıyor. Senkronize olan adımlar o yanal kuvvetleri büyütüyor. Ve saire…
***
Geçen gün, AKP’nin kuruluşunda aktif rol üstlenmiş, müessir olmuş biriyle konuştuk. Anladığım kadarıyla, arada yanlışlar, büyük yanlışlar yapılmış olsa da, net toplamda ülkeyi bir yerden alıp bir yere getirdiklerini düşünüyor. Dahası, partinin, eğer elden geçirilirse, ülkenin buradan sonrasında da hayırhah roller oynayabileceğini varsayıyor. Daha da dahası, partinin elden geçirilip “düzeltilebileceğine” de inanıyor.
Nasıl olacak bütün bunlar?
Size, bize ihtiyaç yok. Hani aramızda akıllı birileri varsa onların akıllarına da biraz yer açılabilir ama esasen partinin içinde bir mesele bu. Ali şöyle yapacak, Ayşe bunu yapacak. Az akıl enjekte edilmiş “iradeyle”…
Esasen mevzu şöyle bir şey. Arsada oynuyormuş. Akranlarından daha iyi oynadığı için dikkat çekmiş, küçük yaşta bir takımın altyapısına devşirmişler. Orada da enerjisiyle sivrilmiş ve esas takıma yükselmiş. Goller atmış. Şimdi “oyun” deyince aklına ligde oynanan şey, “oyuncu” deyince de ligde oynayanlar geliyor. Oyunun daha geniş manada, o arsalarda oynanan şeyin bir uzantısı olduğunu hepten unutmuş durumda. Dolayısıyla herhangi bir mevzuda birbirimizi anlamamız için ortak bir lisan kalmamış durumda.
Ben onun oynadığı oyunu bilmiyorum. Bildiğim kadarıyla bana hitap etmiyor. İşte, köprü vasıtasıyla aşacağın mesafeyi hesaplayacaksın, statik hesaplarını —bildiklerine ve evrensel olduğuna inandıklarına göre— yapacaksın. Köprüyü dikeceksin. Üzerinde yürünmeye başladığında sallanmazsa ne âlâ. Sallanırsa… Ama olmamalıydı ya…
O da benim ne dediğimi anlamıyor. “Senin oynadığın arsaların her birine AVM diktiniz, arkadan kimse gelmiyor” dediğimde “a, evet orada hata yaptık” diyor mesela. “Hata yaptık” diye masumlaştırdığı şey yüzünden “oyunun imkânsızlaştığını” dile getirecek kabiliyet bende yok.
Dünyada ne oluyorsa, o küçük adımlar, o adımların muhtelif biçimlerde senkronize olması yüzünden/sayesinde oluyor. Sonra birileri işi kendilerinin ve/veya filanca oyuncunun yaptığı iddiasını kayda geçiriyor. Kayda geçmiş olan okunabilir ve başkalarına aktarılabilir olan şeyler. Tekrarlanıp duruyorlar. Senkronize oluyorlar. Sonra Trump oluyor, Erdoğan oluyor, Putin oluyor, esrarı bozulmuş olduğu iddia edilen dünyanın esaslı statik hesaplara yaslanarak inşa edilmiş köprüsü yaylanmaya başlıyor.
Yıkıldı, yıkılacak.