Nedir Bu Sol?

“Pandemi her şeyi değiştirecek” derken…
En azından iki şeyi şimdiden fena halde değiştirdi. Birincisi, her bir insan tekinin içindeki filozofu açığa çıkardı. “Ay hayat benim yaşadığım değilmiş” veya “kendimi tanımıyormuşum” makamından söz ediyorum. Bir de, her solcunun içindeki solcuyu açığa çıkardı. Hanidir utangaç bir biçimde içlerinde sakladıkları ne varsa…
Ben de “acaba daha önce kendisini tanımayanlar kendileri ile tanışınca tanışmaya değer birilerini buldular mı” ve “acaba bu sandıktan çıkarılan solculuklarda matah bir şey var mı” diye, kendime eziyet edip duruyorum. Yazanlar elbette sesimi işitmiyorlar ama bazen “nedir lan bu sol” diye sesli olarak soruyorum kendilerine.
Anlaşılan o ki, kendilerini solcu görenler, “ulan bu kapitalistler/muktedirler bu pandemiyi fırsata çevirip hepimizi fena halde benzetecekler” diyerek pandemiyi fırsata çevirme telaşındalar. İyidir, yakışır. Meydanı o kapitalistlere/muktedirlere bırakmamak lazım.
İyi de…
Nedir sahi bu sol?
Eveleyip gevelemeden, “solcuların —kendilerini solcu olarak konumlandıranların— yapıp ettikleridir” diyerek başlayabiliriz — “ama gerçek sol bu değil” filan muhabbetlerine girmeyeceksek. Solun ne olduğunu, solcuların yapıp ettiklerinden, nerede nasıl pozisyon aldıklarından yola çıkarak tarif edebiliriz.
Elbette biliyorum solcular kendileri dışındaki solcuların solculuklarını beğenmemek hususunda, dincilerin tekfirciliklerini aratırlar. Yine de hepsini kat eden bir şey, bir ortak payda bulunabilir olduğunu düşünüyorum. Pandemi yüzünden düşünüyor değilim, epeydir, hani neredeyse kendimi bildim bileli düşünüyorum. Neyse o ortak payda, “epeyce yaklaşmışım, duyuyorum, anlatamıyorum” gibi de geliyor.
***
Bir misal belki işe yarar.
Geçenlerde, mensup olduğum bir WhatsApp grubunda, biri, mealen, “tarih boyunca muktedirler on binlerce bilim insanını ve sanatçıyı öldürdüler, bu yüzden de gen havuzunda onların —o makbul insanların— hissesi azaldı” manasında bir şey paylaştı. Kendi ifadesine göre tespit kendisine ait değildi, bir yerde okumuş veya işitmişti ama hatırlamıyordu. Aniden grupta hararet yükseldi, bu tespiti paylaşan birçok kişi oldu. Kendisinin de okuduğunu/işittiğini söyleyenler kaynağı aramaya soyundular.
Bir vakittir sosyal medya ortamlarında bu tür mevzulara uzak kalmaya çalışsam da, “boşuna kaynak aramaya zahmet etmeyin, tespit yanlış” diye araya girmekten kendimi alamadım. Dayanağım, aynı muktedirlerin kendilerine benzeyen —yani WhatsApp grubundakilerin makbul bulmayacağı türden— sayısız insanı öldürdüğü idi. Henry mesela, bir Thomas Moore’a mukabil binlerce kendisi gibi insanı öldürtmüştü. Süleyman bir Piri Reis’e mukabil binlerce kendisi gibi insanı… Dolayısıyla gen havuzuna yaptıkları etki, sanıldığının aksine, vasıflı insanların aleyhine değildi. Filan.
Ses gelmedi. Mevzu kapandı/kapatıldı.
Ertesi gün bu vakayı, iki gençle paylaştım. Onlar da bir sosyal deney yapmaya karar vermişler. Aynı ortamda biri ilk tespiti, kendi katıldığı bir tespit olarak paylaşmış. Sonra öteki benim itirazımı, kendi itirazı gibi… Orada sular durulmamış. Tartışma sürmüş ve biri, “hesap yanlış” demiş.
Eğer mesela bin özel insana mukabil on milyon vasıfsız insan varsa… O bin özel insanın onunu öldürdüğünüzde, gen havuzunda makbul insanların genlerinde yüzde birlik bir azalma olur. Diğer on milyon insanın on binini öldürseniz, ancak binde bir… Gençler bu yeni hesaba söyleyecek bir şey bulamamışlar. “Hocam, hesabın yanlış galiba” dediler.
Neyse…
Önce… Anladığım kadarıyla bir yerde ciddi bir bilimsel yaklaşımmış gibi sunulan ve şahit olan hemen herkesin hatırladığı ilk tespit yanlış bile değil, tamamen saçma. Muktedirler çok sayıda vasıflı insanı öldürdüler, evet. Ama öldürülenlerin hemen hepsi artık çocuk sahibi olamayacakları yaşlara gelmişti. Çünkü bir insanın muktedirler için tehdit olacak kadar ciddi bir bilimsel/sanatsal olgunluğa erişmesi için zamana ihtiyacı var. Hâlbuki Süleyman’ın peşinden Viyana’ya akın edenlerin —ve bu yolda ölenlerin— hemen hepsi gencecik çocuklardı. Ölümü göze almalarının esas motivasyonlarından biri de zaten, kadın bulmaktı. Dolayısıyla öldürülen vasıflı insanlar gen havuzuna yapacakları katkıyı yapmışlardı, diğerlerinin pek çoğu kendi genlerini gelecek nesillere aktaramadan telef olmuşlardı.
İlaveten hesabım yanlış da değil. En azından yanlış olduğunu ispatlayacak veriler yok. Bilim insanı olmanın genetik bir bileşeni varsa eğer, insanın bilim insanı olması ihtimalini artıracak bir gen veya genler kombinasyonu varsa, onun/onların frekansı bin yıl önce neydi, beş yüz yıl önce neydi, yüz yıl önce neydi, bilmiyoruz. Muhtemelen hiç bilemeyeceğiz.
(Ama şunu rahatlıkla iddia edebiliriz, bugün dünyada, insanlığın on binlerce yıllık tarihinde yaşamış bilim insanı toplamının yüzlerce katı bilim insanı yaşıyor, bilim yapıyor. Yani, eğer meselenin genetik bir zemini varsa, gen havuzundaki bilim insanı geninin frekansı zamanla olağanüstü artmış. Yok, eğer mesele genetik değil de çevre şartlarının neticesi ise, demek ki insanlık çevre şartlarını bilimin lehine olağanüstü bükmüş. O da olumlu.)
Ama meselem bu değil.
Birisi çıkıp, “muktedirler bilim insanlarını öldürüp gen havuzundan bilim insanı genini eksilttiler” deyince hiçbir zihinsel direnç göstermeden bu lafı lafa sayanlar, zihinlerinin bir köşesine kaydedenler, hatırlamaya değer bulanlar, “o iş öyle değil, bire karşı, karşı taraftan bir yığın kişi öldürüldü” denince neden birden gen havuzunun kompozisyonunu düşünmeye meylediyorlar? İki önerme arasında nasıl bir fark var ki ilki hiçbir kontrole tabi olmadan zihinden zihne yayılırken ikinci önerme her sınırda donuna kadar araştırılıyor?
Kestirmeden söyleyeyim: Birincisi solcu bir önerme. İkincisi sağcı mıdır bilmem ama en azından solcu olmadığı kesin. Neye yaslanarak iddia ediyorum bunu? En baştaki tespitime yaslanarak. Yani, kendilerine solcu diyenler, ilk önermeyi kapılarında gördüklerinde, kırk yıldır görmedikleri bir dostları gelmiş gibi sevinçlere gark oluyorlar. Onu nasıl ağırlayacaklarını da, onunla geçirdikleri tadına doyulmaz saatleri kendileri gibi olanlarla nasıl paylaşacaklarını da şaşırıyorlar. Buna mukabil, ikinci önerme kapılarına geldiğinde… Anladınız işte. İçeri girmemesi için ne lazımsa yapıyorlar.
***
Yukarıda bir tek misalini verdiğim şeyi sınırsızca çoğaltabilirim. Benim için çok sıcak olduğundan yukarıdaki misali paylaştım ama kendilerini solcu olarak konumlayanların yazıp çizdiklerinin herhangi birinden, sayısız benzer misal çıkarabilirim. Aralarındaki farklar ne kadar derin ve çeşitli olursa olsun, biri diğerini ne kadar solcu saymazsa saymasın, kendisine solcu diyenlerin hemen hepsinin ortak paydası, aha işte birinci önermeyi eski bir dost, ikinciyi ise istenmeyen bir misafir olarak görmesi.
Başıma bir iş gelmezse, buradan devam edeceğim. Birkaç gün böyle oyalanabiliriz belki.
Ama şimdiden hatırlatayım, meselem solla, solculukla ilgili değil, kendilerini solcu olarak konumlayanlarla… Sol denen şeyin aslında ne olduğunu da bilmiyorum, merak da etmiyorum. Çünkü zaten asıl İslam’ın, asıl milliyetçiliğin, asıl Türklüğün/Kürtlüğün filan ne olduklarını da merak etmiyorum.
OK?