Para Hakkında…

Adam McKay’in 2015 tarihli The Big Short filmini ancak izledim. İyi film, eğlenceli bir tekniği var. Ama pek bir şey öğrenmedim, çünkü az çok biliyordum işlerin nasıl yürüdüğünü. Arkasına devleti almış bir sahtekârlar zümresi, kimi bankacı, kimi medya mensubu, öteki güya bağımsız denetçi, beriki güya toplumu temsil eden hukukçu… “Arkasına devleti almış” mı dedim, dilim sürçmüş. Esasen devlet denen şeyin kendisini teşkil eden bir sahtekârlar zümresi, kendilerinden pek emin, kendilerinden pek memnun, “ay sen benden iyi mi bileceksin” edalarında, âlemi söğüşlüyorlar.
İzleyenler biliyor, “bu iş sona erdiğinde insanlar göçmenleri ve yoksulları suçlayacaklar” diyor, gerçek hayattaki Steve Eisman’ı temsil eden kurgu karakter Mark Baum. Ve öyle oluyor. Burada ve orada hep olduğu gibi…
Tekrarlayayım… Çoğu Ivy League üniversitelerinden mezun, prestijli kurumlara her nasılsa kapağı atmış züppeler, bütün ABD’yi dolandırıyorlar. Sonra, yapıp ettikleri artık gizlenemeyecek hale geldiğinde, neredeyse herkes fena halde kaybediyor ABD’de. Ama malum çeteden sadece bir kişi ceza alıyor, kalanları ahalinin vergileriyle kurtarılmış olan finans kurumlarında, güya regüle edilmiş olan sistemdeki işlerine dönüyorlar ve… Onlara çok şeylerini kaptırmış olan orta sınıf Amerikalılar, onları değil, göçmenleri ve yoksulları suçluyorlar. Tanıdık geliyor değil mi!
Neyse, esas derdim bu değil. Daha doğrusu, aylardır yazarken, konuşurken esas derdim bu da, bugün esas derdim bu değil.
Önce şunu tespit etmek gerekiyor, 2008’de milyarlarca dolar el değiştiriyor. Yani birçok zengin, zenginliğini kaybediyor. Başkaları zengin oluyor. Kolaylıkla tahmin edebiliriz ki, o yeni zenginler de kendilerinden öncekiler gibi oluyorlar. Yani (a) hep zenginler kazanmıyor, birçok durumda zenginler kaybediyor, ama zenginlik orada duruyor ve (b) zengin olduğunuz zaman değişiyorsunuz, değişmek zorundasınız, zenginliğin raconu bu.
El değiştiren o milyarlarca dolar nereden kaynaklanıyor, anlamak zor değil. FED, iki yüz küsur yıllık tarihinde bastığı paranın toplamı kadar paradan daha çoğunu, 2000 yılını takip eden birkaç yıl içinde basmıştı —ve her yıl kendi rekorlarını kırıp duruyor. Para arzındaki bu olağanüstü genişlemeye rağmen neden enflasyon olmuyor? Bu soruya cevap vermeden önce, para yerine geçen biricik —hatta en önemli— şeyin dolar olmadığını, dünyadaki bütün ulusal paraların, gelecekteki gelir beklentisinden türev piyasalara kadar hemen her şeyin olağanüstü bir hızla artıyor olduğunu da hesaba katmak gerekiyor.
Enflasyon olmuyor, çünkü (a) para arzından daha hızlı bir biçimde mal ve hizmet artışı oluyor, (b) paranın devir hızı düşüyor, para kaynağından çıktıktan sonra birkaç adım içinde belirli havuzlara ulaşıyor.
Mal ve hizmet artışı iyi bir şey. O sayede hayat standardı genel olarak yükseliyor. O işler piyasada oluyor. Ancak paranın şöyle çok kişiyi ziyaret etmeden, kestirmeden bazı havuzlara akması kötü bir şey. Dahası o havuzların sayısı zamanla azalıyor, dolayısıyla da havuzların her birindeki para miktarı olağanüstü artıyor. Filmde de görüyoruz ki, o işler piyasanın kurallarına riayet edilen zeminlerde gerçekleşmiyor. Piyasa işliyor olsaydı, 2000’lerin başında emlak piyasasındaki balon ilk tespit edildikten kısa süre sonra haklı olan haksız olanın bileğini bükecek, işler 2008’deki raddeye gelmeden frene basılmış olacak, onca çirkinlik yapılmamış olacaktı. Olan şeyler piyasa yüzünden olmadı yani, piyasanın bozulması yüzünden oldu.
Demek ki… Suçlu olan göçmenler ve yoksullar olmadığı gibi, problem kaynağı da piyasa değil. Suçlu olan bir avuç züppe ve problem de onların piyasayı bükebilecek kadar güçlü olmalarından kaynaklanıyor.
Biz dönelim para arzına…
Bitcoin —ve diğer dijital paralar— etrafında dönen tartışmaların önemli bir bölümü, miktarlarının sınırlı olmasına getirilip, bu sınırlılığa bir kıymet yüklenerek sona erdiriliyor. Benim anladığım kadarıyla paranın sınırlı olması iyi bir şey değil. Bitcoin’in bir para birimi olamamasının, değiş tokuşlarda kullanımının sınırlı kalmasının bence birinci sebebi, miktarının sınırlı olması. Mal ve hizmetlerin arttığı bir dünyada, paranın da artması gerekir. Hatta bence para miktarının, mal ve hizmet miktarından biraz daha fazla artması gerekir, sağlıklı bir ekonomi için.
Tahminim o ki, mesela gerçekleşen ve iktisadi bir mana taşıyan her muamelede (transaction) miktarı artan bir dijital para birimi geliştirilecek. Arkaplanı yine blockchain —veya türevi— bir teknoloji olan bir para birim… Sahipsiz, merkezsiz. Bu iş ne kadar zaman alacak, bir fikrim yok. Ama ihtiyacın böyle bir para birimi olduğuna kalıbımı basarım.
Bu arada… Toplumları ikiye bölüp, birini ötekine karşı kışkırtarak çarklarını döndürenlerin oyununa gelmemeyi ne kadar zamanda öğreniriz, muhayyel bir steril düzen uğruna pis —bize pis görünen— kesimlerden arınmış toplum hayalleri kurmaktan ne vakit vazgeçeriz, iktisadi problemleri kapitalizm-sosyalizm filan gibi toptancı kavramlarla anladığımızı/açıkladığımızı zannetmekten vazgeçip daha karmaşık —gerçek hayatın gerektirdiği kadar karmaşık— kavramlaştırmaları ne zaman geliştiririz, bu hususlarda da bir fikrim yok.