Pusula ve Harita

Galileo, anlaşılan o ki, Vatikan içindeki bir siyasi mücadelede yanlış tarafı tutmuştu. Daha doğrusu, kimin kazanacağı baştan belli olmayan mücadelede Galileo’nun tuttuğu taraf kaybetmişti. Tabiatıyla da, Galileo ile yeni Papa arasında bir güvensizlik iklimi oluşmuştu. Galileo, kendisine verilen hafif cezayla yetinilmeyeceğinden korktuğu için tuhaf işler yapmış, o işler Papa’nın güvensizliğini beslemiş, tavrını sertleştirmesine yol açmış, gerilim tırmanmıştı. Neticede meşhur mahkemeye varmıştı iş.

“Meşhur mahkeme” diyorum ama o mahkemede Galileo’ya dünyanın dönüp dönmediğinin sorulup sorulmadığını bilmiyoruz. Galileo’nun kapıdan çıkarken, kendi kendine “yine de dönüyor” dediği ise, büyük ihtimalle, tamamen Brecht’in hayalinin mahsulü. Buraya bir mim koyalım.

İnsanlık tarihinin her anında haksızlıklar, dolayısıyla da zulüm oldu —zulmü eğer zalimin mazlumun hakkını gasp etmesi olarak tarif edersek. İnsanlık tarihinin her anında acı da oldu. Acı çekenler hep oldu yani. Çekilen acıların büyük bir bölümünün bir zalimle bir alakası yok, sevdiğiniz bir insanı kanser almışsa ellerinizden, acı çekersiniz ama sizin hakkınızı gasp eden bir özne de yoktur yani. Çekilen acıların bir başka —ama bence küçük bir— bölümü, acı çekenin gerçekten zulme uğramasından kaynaklandı/kaynaklanıyor. Yani acı çekenin kaybı, bir başkasının kazancı oluyor.

Bir de… Aslında neler neler hak ettiğini varsaymak yüzünden çekilen acılar var. “Ben ne kadar iyiyim, neler hak ediyorum ama elde edemiyorum. Şurada da birileri var, elde ettiklerini hak etmedikleri her hallerinden belli. Demek ki benim hakkımı gasp etmişler. Ah ben derdimi kime yanayım!”

Mim koyduğumuz yere geri dönelim. Brecht Galileo ile, işte bu üçüncü kesime gaz verdi. “Daha önce benzer bir çelişki yoktu” diyebilecek durumda değilim ama benim yaşadığım tarihte, siyasi bir gerilimi entelektüel (bilgiye dair) bir mesele haline getirip kendisini mazlum görme hali, neredeyse her misalde, Brecht’in Galileo’su ile akrabaydı. İnsanların Galileo’yu seyretmiş olması lazım gelmiyor, onun mesajını içselleştirmiş olması için.

Nedir o mesaj?

  1. Mesele bir haklılık/haksızlık meselesidir, bir siyasi mücadele değil.
  2. Haklı olanın haklılığı taşa yazılıdır, izafi değildir, tarihsel değildir, vs.
  3. Siz şimdi zulme uğruyorsanız tasalanmayın, sadece başkalarından önde olduğunuz için bu haldesiniz, tarih sizi doğrulayacak.

Bu mesajı alanlar, (a) haklı olduklarından, (b) haklılıklarından kaynaklı hakları olduğundan, (c) haklarının gasp edildiğinden şüphe etmediler ve orada bir yerlerde o hakkı gasp eden bir takım özneler bulmaları icap etti. Bildiğiniz gibi, bu hususta hiçbir güçlük de çekmediler.

Brecht onlara, yaşadıkları haksızlıklara metanetle katlanma gücü sağlamış oldu. Mukabilinde de, inandıkları şeyi test etme ihtiyacını ortadan kaldırdı. “Evet ya, şimdi kimseyi inandıramıyoruz ama zaman bizi doğrulayacak!”

Türkiye’den misal verince kardeşim de, Sırrı da içerliyor. Dolayısıyla, bilenlerin New York Times’da (NYT) yuvalanmış zırtapozları gözlerinin önüne getirmelerini isteyeceğim. Esasen siyasi bir mücadelede taraflar. Ama sanki sosyal kesimler arasında bir bilek güreşinde taraf değillermiş de, o bilek güreşinin hakemleriymişler gibi bir halleri var. Çok avam buldukları o bilek güreşinde bırakın taraf olmayı, seyirci olmayı bile zül addediyorlar bir yandan. Öte yandan, çok iyi, çok adil oldukları için, lütfen, hakemliği kabul etmişler. Ama bir an önce bitirin şu manasız bilek güreşi işini, çünkü hanımlarımızın, beylerimizin mühim işleri var, dünyayı bir defada cennet yapıverecek formüllerini rafine edecekler.

Fotoğraf, bir yandan —sözünü ettiğimiz kişilerin gözünden— bakınca böyle. Öte yandan —mesela benim gibi bir seyircinin gözüyle— bakınca… Mezkûr zevat esasen bir siyasi mücadelede taraflar ve fakat kendileri olarak sahaya çıkmıyorlar. Vekâlet savaşı sürdürüyorlar. Savaşın bir tarafı onların vekilleri. Kendi ellerini kirletmiyorlar yani. Böylelikle hep temiz kalıyorlar. Eşit bir dünya istiyorlar. Temiz bir dünya istiyorlar. Ama zengin bir dünyayı da onlar istiyorlar.

Ve…

“Hepiniz bizim olduğumuz yere geleceksiniz de, şimdilik bizi anlayamayanların arasında, gurbette, bu soylu acılara katlanacağız” edası… Herhangi bir tartışmaya girdiğinizde de, herhangi bir gerçeklik ile temasları —eğer vardıysa— derhal kopuyor, tartışma haklılık/haksızlık eksenine kayıyor. Eh, orta yere koydukları Platonik âlem eskizinin gerçeklikle bir alakası olmadığından, her daim haklı çıkmayı becerebiliyorlar. Haklı çıkamazlarsa da ne gam, “ah sen nereden anlayacaksın!”.

Diyelim ki Galileo sahiden de siyasi bir mücadele içinde değil de bir entelektüel mücadele içindeydi ve sahiden de orantısız güç sahipleri tarafından yargılandıktan sonra “yine de dönüyor” deyip çıktı. Bu, Galileo’nun durumuna düşen herkesin Galileo olduğuna delil değil. Yani siz de bir mahkemeye çıkıp mahkûm edildinizse, sizin müdafaa ettiğiniz şeyin de zamanla doğrulanacak olduğuna delil olarak gösterilemez Galileo mahkemesi. İnsanlık tarihinde yığınla mahkemede mahkûm edilen fikir sahiplerinin büyük bölümü de sahiden zırvalamışlardı. Onları hatırlamıyoruz çünkü hatırlanmaya değmeyecek kadar çoklar.

Evet, insanlık tarihi, yaygın kabul gören yanlışlara itiraz edenlerin sıkıntı çekmek zorunda kaldığını gösteriyor. Ama bu, tekrarlayayım, her sıkıntı çekenin söylediğinin/hissettiğinin doğru olduğu, zamanla onaylanacağı manasına gelmiyor. Yaygın kabul gören yanlışlara itirazların birçoğu, o yanlışlardan da daha yanlış olabilir. (Doğru/yanlış kavramlarını kullandığım için içim huzursuz ama kullanmasam sayfalarca yazmam gerekecek.)

Esas meselem bunlar değil. NYT’ye yuvalanmış zevat, dünyanın dört bir tarafındaki muadilleri gibi, öyle tenhalarda kalmış insanlar değiller. Aslında son derece faşizan bir kültürel iktidara sahipler —kendileri gibi düşünmeyenleri, benzersiz bir şirretlikle susturabiliyorlar ve bunu da kendileri için hak görüyorlar. Öyle “yaygın kabul gören yanlışlarla dövüşen yalnız kahramanlar” filan değil hiçbiri. Memlekette mesela Gazete Duvar’ı, veya T24’ü açın, neredeyse bütün yazıp çizenler aynı çizgide, birbirlerini destekleyen ve yine de yalnızlıktan dem vuran insanlar.

Her sabah ilk işi Gazete Duvar’a ve T24’e bakmak olan biri olarak yazıyorum bunları. Yani (a) bahsettiğim insanları hâlâ ciddiye alıyorum, (b) yukarıdaki tespitler, yıllara sâri gözlemlere yaslanıyor, afaki laflar değil.

Meseleyi güncele getirmem gerekiyor.

İşbu zevat, Taleb’in de işaret ettiği gibi, düşündüklerinin, yazıp çizdiklerinin, hesabını vermek zorunda kalmıyorlar. Hiçbir dediklerinin sınanmadığını söylemek bile esas probleme işaret etmekte yetersiz kalır. Tıpkı borsalardaki, büyük şirketlerin yönetim kurullarındaki danışman muadilleri gibi, dediklerinin sınanma imkânını baştan ortadan kaldırarak başlıyorlar.

(Alternatif bir yaklaşıma misal olarak, Einstein’ın teorisine gösterilen yaklaşımı verebiliriz. 1919 yılındaki bir güneş tutulması, Einstein’ın teorisinin sınanmasını sağlayacaktı. Yanlış hatırlamıyorsam Eddington, Güney Amerika’da, güneş tutulmasından önceki gece, heyecandan uyuyamadığını söylemişti sonradan. “Eddington uyuyamamış, siz ne hissetmiştiniz” diye soranlara Einstein, mealen, “ben mışıl mışıl uyudum çünkü şüphem yoktu” cevabını vermiş. Einstein’ın bende bıraktığı intibaa yaslanarak spekülasyon yapacak olursam diyebilirim ki, test Einstein’ı doğrulamasa, bugün şikayet ettiğim tipler gibi, denklemlerin bir yerine uygun bir sabit ekleyip, ezberini tekrarlardı. Mesele şu ki, bilim âlemi için o teorinin hiçbir kıymetiharbiyesi olmaz, Einstein de unutulur giderdi. Test mühim yani. Birileri test edilemez, ortaya çıkan ne olursa olsun tekrarlanabilir bir laf ediyorsa, o lafın kıymeti yok.)

Yaşlılar ölürken de onlar haklı, ölmemeleri için insanlık dışı şartlarda yaşatılırken de… “Anlaşıldığı kadarıyla ellerinde bir reçete var, yaşlıların hiç yaşlanmamalarını sağlıyor” diyeceğim, o da değil. Çünkü onlara göre hep genç kalmak da hoş değil ve yine onlar haklı.

Hal bu olunca, yani ortaya çıkan her ne olursa olsun onlar haklı, meçhul düşmanları kötü ve biz de umursamaz olunca… Haliyle, kendilerini güncellemeleri gerekmiyor. Bir şeyi teklif ederken de, tam tersini teklif ederken de aynı mukavemete sahipler.

E böyle gelmiş, böyle gitsin işte, olmaz mı? Ahali bunca yıl bunları sırtında taşımış, bundan sonra da taşısın gitsin işte…

Bu noktada birkaç problem ortaya çıkıyor.

Birincisi, sözünü ettiğimiz kesim, teknolojinin de yardımıyla, hızla genişliyor. Bir yerlerden bir diploma almış, bir başka yerden de eline bir klavye geçirmiş olan bir yığın kişi, “oha ulan burada bedava bir entelektüel/kültürel iktidar alanı var, hiçbir şeyden mesuliyet duymadan, kendini sınamadan, kimseye sınatmadan, aklına geleni üfürüyor ve değerli oluyorsun” deyip, lokomotifin peşine takılıyor.

İkincisi, bu kesimin hadsiz küstahlığından yılmış olan kesimler, başımıza Erdoğan, Trump, Johnson filan gibi adamları musallat ediyor —dinsizin hakkından imansız gelir dercesine. Mezkûr zevat, kendilerine reaksiyon olarak doğmuş bu muhalefeti, kendilerini teyit eden bir şey olarak görüyor/gösteriyorlar —hep yaptıkları gibi— ama esasen kendileri biraz sorumlu davransalar başımıza bunların hiçbiri gelmeyecek/ti.

Esas mühim olan üçüncüsü… Netice itibariyle çok kritik bir eşikteyiz. İnsanlık nehrinin muazzam bir şelale halinde döküldüğü bu noktadan sonra hangi yataktan akmaya devam edeceğini, büyük ölçüde, bugün yaptığımız tercihler belirleyecek. İşbu zevatın Aydınlanmacı akıllarıyla “entelektüel enerjinin her küçücük birimine ihtiyacımız var” filan gibi zevzeklikler yapabilirim. Veya “ahaliyi, özellikle de gençleri bu akılların zehirlemesinden muhafaza etmemiz gerekiyor” babından… İkisi de değil derdim.

Ya?

Dünyanın her yerinde, bütün şikâyetlerine rağmen, hâlâ ciddi bir entelektüel/kültürel tekele sahip işbu zevat —Mart kedisi gibiler yani. Dolayısıyla suyun hangi istikamette akacağı, kendisine nasıl bir yatak açacağı, bir ölçüde onların ne yapacaklarına ve onlara duyulan reaksiyonun şiddetine de bağlı. Kayıtsız kalabileceğim bir şey değil yani.

Kaldı ki, kullandıkları pusulayı çok da kıymetsiz bulmuyorum. Haritalarının gerçek dünya ile alakası yok. Konforlarından vazgeçip gerçek dünyayı keşfetmek için çaba harcamaya niyetleri yok ama pusulaları yarına kalabilir.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin