Yüz Yıl Önce, Yüz Yıl Sonra

Adam, her bir şeyin esrarını çözmüş bir edayla kükrüyordu. Âlemin esrarını çözmüş olmak, malum, kıyamete beş kaldığını idrak etmek demek ve dolayısıyla da özel olarak karartılmış bir çehreyle konuşulması gerekiyor. Aha işte o çehreyle, “insan türü haddini aştı, aşırı güçlendi, tabiatın aleyhine çok mevzi kazandı” gibilerinden geğiriyordu.

“Yahu öyle diyorsunuz ama son kırk yılın belki de en belirgin özelliği, insan türünün tabiatın dengesine hassasiyetinin daha önce olmadığı kadar yükselmesi” demeye kalksanız, “aha işte, zaten insan ile tabiatı birbirinden ayırarak…” filan diye başka bir makamdan aynı şeyleri söylemeye başlıyordu —sanki bir önceki cümlede insanı tabiattan ayıran kendisi değilmiş gibi.

Ve şimdi aynı adam, aynı türü, yani insanı, bir virüs tehdidine karşı tedbir alamıyor olmakla itham ediyor.

“Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” diyeceksin de… Kimse tutarlı olmak zorunda değil.

Gerçi aynı adam, tutarlılığın en elzem şey olduğunu da söylüyor ve başkalarını tutarsızlıkları yüzünden mahkûm ediyor. Ama bir defa daha, adamın tutarlı olması elzem değil, hem tutarlılık vazedip hem de en tutarsız olmaya hakkı var. Bana ne!

Bir adamdan söz etmediğim herhalde bellidir. Böyle davranan sayısız adam ve kadın var.

Benim açımdan mesele şöyleydi.

Ekosistem ekosistemdir. İnsan onun bileşenlerinden biri. Mukavim olan, kendi içindeki her dalgalanmayı içerebilir, regüle edebilir olan ekosistemdir. İnsan ekosistemin dengesini bozabilecek kadar güçlü değil ve tanım icabı olamaz. Ekosistem dinamik bir dengeye sahip ve mütemadiyen o dengeyi yeniden üretebilecek kadar da yaratıcı. Eğer ekosistem çuvallarsa, insan zaten çaresizdir. Kendisinin çaresizliğinin farkında olup olmaması mevzuu değiştirmez.

Dolayısıyla, benim açımdan bakıldığında, maruz kaldığımız virüs taarruzunda anlaşılmaz, aşırı mana yüklemeyi gerektiren herhangi bir şey yok. Zaten olup bitmekte olan şeylerden biri ile karşı karşıyayız. Görünüşe göre öyle ciddi boyutta can kaybına uğramadan bu da geçecek. Yani ekosistemin dengesi açısından bakıldığında, öyle kapsamlı bir düzeltme bile yok ortada.

Peki, ne var?

Kendi kurduğumuz, kendimiz için kurduğumuz sistemlerde arıza var. Son derece sıradan, olağan bir virüs taarruzu, bundan mesela otuz yıl önce olsa —ki oluyordu— hiç de şimdiki gibi aşırı manalar yüklenmeyecek bir virüs musibeti, şimdi olduğunda olağanüstü sarsıntılara sebep oldu.

Olması gerekiyordu. Çünkü…

***

Yüz yıl önceki ve bugünkü ile kıyaslanmayacak kadar çok cana mal olan İspanyol Gribi salgını sırasında gösterilen entelektüel reaksiyonlar nelerdi, bilmiyorum. Mesela birileri çıkıp, “işte kapitalizm yüzünden bütün bunlar, grip herkesi eşit bir biçimde vurmuyor” dedi mi? Veya birileri “dünya fazla küreselleşti, aman herkes içine kapansın” diye akıllar yürüttü mü? Veya “eh işte, tabiata böyle haşin davranırsanız, o da sizden intikamını alır” babından hepimize dersimizi vermeye yeltendi mi?

İnsanlara “evde kal” denebildiğini bile zannetmiyorum. Çünkü —en basitinden— sadece evde kalanlar değil, herkes açlıktan ölürdü. Açlıktan ölmemek için herkes sanki virüs yokmuş gibi yaşamayı sürdürmek zorundaydı ve… Virüs vardı, hemen herkesin ailesinden, mahallesinden her gün birkaç kişiyi götürüyordu. Yine de sanki virüs yokmuş gibi hayatınızı sürdürmek zorundaydınız.

Yüz yılda aldığımız mesafe bu.

Ortada vahşetiyle her şeyden mesul tuttuğumuz neoliberal politikalar yoktu. Hatta bırakın vahşisini, zavallı bir kapitalizmle bile dünyanın geniş coğrafyaları henüz müşerref olmamıştı. Yeryüzünün her yerini her yerine bağlayan hava ulaşımının bugün bir günde gerçekleştirdiği transfer bir yılda gerçekleşmiyordu. Dünyanın hemen her ülkesinin iktisadi faaliyetlerinin belki yüzde doksanından fazlası iç pazara yönelikti, hatta ekonomilerin büyük bölümü ulusal ölçeğe bile ulaşmamıştı, bölgeseldi. Yani hemen herkes kendisine yetiyordu. Öyle dört bir yanda on milyonluk şehirler yoktu, sanayileşme şehirlerin havalarını kirletmemiş, okyanuslar atıklarla dolmamıştı. Şu adi insan türü hesapsızca çoğalmamış, iki milyar nüfusu bulamamış, yeryüzü coğrafyasının kuytularına nüfuz edememişti, geniş el değmemiş bölgeler vardı. Dünya, malum zevatın değer yargılarına göre, bugünküne kıyasla, demek ki, adeta bir cennetti.

Ve bir grip virüsü dünya nüfusunun dörtte biri enfekte etti, hemen hemen her yirmi kişiden birini öldürdü.

Ve…

Kimsenin evinde kalacak lüksü yoktu. Belki birkaç yüz bin aristokrat kalıntısı dışında kimsenin…

O eski günlerde özlenecek hiçbir şey yok.

Belki bir şey var.

Anlaşılan o ki, o eski günlerde, kafatasının içindeki iki nöron kontak yapınca “ay fikrim geldi” diye orta yere zıplayıverecek insan sayısı, bugünküne kıyasla çok daha düşüktü. Öyle birbirlerini yankılayarak, neoliberalizm, küreselleşme, kendine yeterlilik, çevre, nüfus, yeryüzünün kanseri insan filan diye zırvalayıp duramıyorlardı.

Bir bakıma, iyiymiş yani. Bir virüs yüzünden ölme riski yüksekmiş de, insanın akıl sağlığı açısından ehven sayılırmış.

***

Yüz yıl öncekini andıran bir taarruza bugün, yüz yıl önceki ile kıyaslanmayacak kadar teçhizatlı yakalandığımız anlaşılıyor. Bu teçhizatı, bugün bizim yeterince teçhizatlı olmamamıza sebep olarak gösterilen işleri yaparak biriktirdik. Ama paralel olarak da, işsiz güçsüz, kendi kendisini düşünmeye adamış olduğunu vehmeden ve fakat düşünme denen faaliyetin asgari gereklerinden de bihaber bir tuhaf kesim biriktirmiş olduğumuz görülüyor.

İnsanlık tarihinde defalarca benzerleri yaşanmış, bundan böyle de —insan kendisini ne kadar teçhizatlandırırsa teçhizatlandırsın— mutlaka yaşanacak bir musibet karşısında sıradan insanlar, geçende de dediğim gibi, bence müthiş olgun bir reaksiyon gösterdiler/gösteriyorlar. Ama kendilerini her nedense ve her nasılsa o sıradan insanlardan daha kavrayışlı, daha matah gören, o sıradan insanların ne yapmaları, nasıl davranmaları gerektiği hususundaki kararların kendilerine devredilmesi gerektiğini vehmeden bir güruh…

Görüyorsunuz işte…

Bunlarınki truth idi. Öyleymiş yani. Trump, Erdoğan gibi müptezellerinki post-truth olduğuna göre… Truth böyle bir şeydi yani. Şimdi işbu pandemiyle birlikte birçok şey çatırdıyor. Ama bilin ki, en çok darbe alan şey o truth. Şimdi çok gürültü yapabiliyor olmalarına aldanmayın. Yangında ilk yakılacak olan şey, o truth işte.