Zenginleşme

Medyascope Talat Öncü’yle, biriktirdiği kitaplarla ilgili bir söyleşi yapmış.

Talat benim sınıf arkadaşım. Tanıdığım en cins insanlardan biridir. Ama üzerine konuşmak istediğim mevzu başka. Zenginlik hakkında konuşmak istiyorum.

“Zenginleştik ve zenginlik mühimdir” dediğimde, sıklıkla, “birkaç somun fazladan ekmek için” filan gibilerinden küçümser bir edayla karşılaşıyorum. Kimler böyle üstten konuşuyor? Medeniyet, kültür, tabiat filan gibi “yüce” değerlerin pazarlamacılığıyla bir tür kariyer inşa etmiş olanlar.

Talat’ın 175 000 kitabı varmış. Bir üniversite kütüphanesi veya büyükçe bir kütüphane için çok sayılmaz ama bir insan için pek çok. Dünyada yayınlanan kitap sayısı ile mukayese ettiğinizde… Pek mütevazı bir koleksiyon. Yine de biz Talat’ın kitapları üzerinden gidelim.

175 000 kitap ne demek? Her birine beş dakika ayırsanız, her gün on saat sadece kitaplarla ilgilenseniz, aynı kitabı bir daha elinize almanız için dört yıl geçmesi gerekiyor. O kadar çok yani.

O 175 000 kitabın her biri, ortalama bir aylık bir emekle yazılmış olsa, 14 600 adam-yıl emek demektir. Esas mühim olanı şu ki, her birini ortalama bin kişi okusa, ve ortalama dört saatlerini ayırsa her bir okuyucu, 700 milyon saat gerekiyor. Sekiz saati uykuya ayırırsak, 44 milyon adet 16 saatlik gün demektir bu. Kabaca 120 000 adam-yıl yani.

Sadece Talat’ın biriktirdiği kitapların okunması için 120 000 adam-yıl gerekiyor. O süre içinde, o kitapları okuyanların beslenme, barınma ve benzeri ihtiyaçlarının karşılanması gerekiyor. Nereden geliyor bu değirmenin suyu? Zenginleşmeden.

Dünyada kitap üretim ve tüketimi için harcanan sürenin emek piyasasından çekildiği halde kimsenin aç kalmayacağı bir verimlilik düzeyi —ağırlıklı olarak son elli yılda olmak üzere— son iki yüz yılda gerçekleşti. Ve bu süreçte piyasadan çekilen emek sadece —ve hatta en çok— kitap üretim ve tüketimine harcanan süre ile sınırlı da değil, sinemadan futbola, müzikten turizme, sayısız alanda giderek artan bir hızla emek piyasadan çekiliyor. Yine de ihtiyaçlar, eskisine kıyasla daha yüksek bir yüzdeyle karşılanıyor.

Şu son birkaç yılda, sadece Türkiye’de değil, hemen bütün dünyada yoksullaşıyoruz ve bu yoksullaşmaya itiraz etmek en temel hakkımız. Çünkü birkaç kişinin ahmakça kararları yüzünden gerçekleşiyor yoksullaşma. Ama arızi olduğunu, aradaki benzer kısa yoksullaşma dönemlerinden biri olduğunu düşündüğüm bu yoksullaşmayı bir kenara koyarsak, bir kitaba erişmek için göze almamız gereken bütçe fedakârlığı da istikrarlı bir biçimde düşüyor. Yani sadece kitap okuyacak vakti bulabilmekle zenginlikten hisse alıyor değiliz, aynı zamanda bütçemizde benzer bir hisseyle satın alabileceğimiz kitap sayısı da artıyor.

Eşitsizlik araştırmaları, zamanımızın ne kadarına hükmedebiliyor olduğumuz hususundaki değişimi de, hükmedebildiğimiz zamanı değerlendirmek için müracaat edebileceğimiz alternatiflerin erişilebilirliği gibi hususları da hesaba katmıyor.

Demem o ki, zenginleştik ve zenginlik iyidir. Yemekten sonra bir dondurma yemeyi sağladığı için de, dondurmadan sonra bir film izlemeye imkân sağladığı için de, filmden sonra bir kitap okumaya imkân sağladığı için de iyidir. Daha da zenginleşmeliyiz, ilaveten. Ve zenginlikten daha çok kişinin hisse alabilmesini de sağlamalıyız. Gelir dağılımı eşitsiz, amenna. Ama dünyanın hemen her yerinde—ve bu arada Türkiye’de— bütçesini sarsmadan bir kitap alabilen, aldığı kitabı okuyacak vakti olan nüfusun toplam nüfusa oranının olağanüstü artmış olduğunu da ihmal etmemek gerekiyor.