6 Ocak’ta, Washington’da…
ABD’de 6 Ocak günü tuhaf şeyler oldu.
Dünyanın dört bir yanında, olup biten her şeyi bir avuç parametre ve bir sayfalık lügatle açıklayan —açıkladığını zanneden— bir yığın insan var. Gerçi her birinin parametreleri ve lügatleri bir diğerininkinden farklı ama neticede hepsi, kendi parametrelerinin ve lügatlerinin her şeyi açıklamaya kâfi olduğundan emin.
Emin idiler en azından.
Elbette sadece açıklamakla yetinmiyorlar, tahminlerde de bulunuyorlar, hepimize yol haritaları da teklif ediyorlardı —benimki de pek kibar bir tanımlama oldu, “buyuruyorlardı” basbayağı.
6 Ocak günü Washington’da olana benzer herhangi bir şeyi, bırakın on yıl önceyi, birkaç yıl önceyi, birkaç ay önce bile tahmin edebilmiş değillerdi. (Bu hususta müthiş bir istisna olarak Fatih Altaylı temayüz ediyor, o tahmin edebilmiş!) Ortalıkta dolanıp duran dünyayı anlama kılavuzlarının hiçbiri, ne her şeyi küreselleşme/kapitalizm şeytanlarıyla açıklayıp muhtelif sosyalist programlar dayatanlarınkiler, ne de her bir şeyi her şeye kadir ABD şeytanının tasarımlarıyla açıklayanlarınkiler, tuhaf Çarşambayı öngörebilmiş değildi.
Ama oldu.
Oldu ve dünyayı değiştirdi.
***
Buraya döneceğim. Ama önce, öyle basit dünyayı anlama kılavuzları olmadan yolunu bulamayacak olanlara bir müjde vereyim. Tasalanmasınlar. Şimdiye kadar birileri kapitalist sistemin iç çelişkileri üzerinden kriz üretip dünyaya biçim verme iştahı ile olup bitenleri açıklayamamış ise, eli kulağındadır. ABD’nin dünya hâkimiyetini sürdürebilmek için Capitol baskınını tezgâhladığına dair teoriler de, tez vakitte arz edilecektir.
Zamanında başka bir vesileyle yazmıştım, Colombus’un döneminde dünyanın yuvarlak olduğu biliniyordu —en azından bilmesi gereken herkes biliyordu, diyelim. Hatta çevresi de üç aşağı beş yukarı biliniyordu. Ve mesele de o çevrenin biliniyor olmasından kaynaklanıyordu. Arada Amerikaların olduğu bilinmediğinden, Atlas ve Pasifik Okyanusları bir devasa Okyanus olarak düşünülüyordu ve onu o günün tekneleriyle aşmak imkânsız görünüyordu. Dolayısıyla kimse Hindistan’a denizden gitmeye heveslenenleri —mesela Columbus’u— finanse etmeye yanaşmıyordu. Columbus kaynak bulabilme ümidiyle, dünyanın zannedildiğinden daha küçük olduğuna ikna etmeye çalışıyordu potansiyel finansörleri.
Nihayet kaynak buldu, gemileri donattı, yola çıktı. Bir süre sonra bir takım adalara vardı. Bu adaların Hindistan açıklarında olması gerektiğine hükmetti. Lakin bir mesele vardı. O adaların Hindistan açıklarında olabilmesi için, dünyanın Columbus’un iddia ettiğinden de küçük olması gerekiyordu.
Yani?
Columbus ya Hindistan’a ulaştığı iddiasından veya dünyanın boyutları hakkındaki iddiasından vazgeçmek zorundaydı. Öyle görünüyor size de değil mi?
Columbus akla gelmeyecek bir şey yaptı, dünyanın küre şeklinde olmadığı, armudi olduğu, kuzey yarıküredeki çevresinin güney yarıküredeki çevresinden kısa olduğu bir model üretti. Daha doğrusu, sahip olduğu modeli koruyabilmek uğruna, dünyanın biçimini deforme etti.
Öyle olur.
Olmasa iyi olur ama hep öyle olur.
Marks Manchester işçilerinin hallerini gözleyip —yani gerçeklikten yola çıkarak— bir model kurdu. Kurduğu modele yaslanıp tahminlerde bulundu. Marks’ın peşinden gidenler model çuvalladıkça küreyi önce armudi yaptılar, sonra armudun bir yanına bir oyuk açtılar, hacmi kurtarabilmeleri için öte yana bir yumru yerleştirmeleri gerekti ve saire… Uzun süredir gerçeklikle zerre kadar irtibatları yok. Marks’ın yazdıklarını, Marks’ın yazdıkları üzerine yazılanları, onların hakkında yazılanları gerçeklik olarak kabul eden bir tuhaf evrende yaşıyorlar.
Yani idmanlılar, tez zamanda 6 Ocak’ta Washington’da olup bitenleri Marksist teoriyle açıklayacaklardır. Çevre dostu, demokrat işçi sınıfının, sermaye tarafından baştan çıkarılmış işsiz prekarya karşısındaki zavallı ve soylu ve şanlı direnişinin filan hikâyelerini yazarlar mı, yazarlar.
Ötekiler, yükselen Çin’e karşı ABD’nin kendi iç çelişkilerini konsolide etmek için, Yahudi sermayesi ile işbirliği içinde… Filan.
Neyse.
***
6 Ocak günü olanlar dünyayı değiştirdi mi sahiden?
Şöyle bakmak lazım geliyor diye düşünüyorum, ABD seçimlerine gelindiğinde, dünya bir çatallanma noktasına gelmişti. Daha doğrusu dünya zaten hep çatallanma noktalarından geçip durur da Kasım ayında tayin edici bir çatallanmaya çarpmıştı. Eğer Trump seçimi kazansaydı, bugün bambaşka bir dünyada yaşıyor olacaktık. Dünyanın dört bir yanında bugün kahırlanıyor olanlar neşeli olacaklardı, bugün neşeli olanlar ise kahırlı, mesela.
Eğer Trump Kasım yenilgisini usulünce kabullenip kenara çekilseydi de yani, dünyanın akış istikameti değişmiş olacaktı. Yenilenler yenilmiş olacaklar ve kendi kaderlerini yaşamaya başlayacaklardı. Lakin yenilgilerini “hep bu hakemlerin yüzünden” diye açıklamayı sürdürecekler, bir sonraki maça bileneceklerdi.
Trump usulünce çekilmedi. Taraftarlarına “tabelayı değiştirmek için ille de gol atmak lazım değil, federasyona baskın yaparak siz de skoru değiştirebilirsiniz” dedi. Dolayısıyla yenilenlerin yenilgisi nitelik ve şiddet değiştirdi.
Bu olup bitenin olabilecek olduğu hanidir konuşuluyordu. Ancak olduğu zaman, hiç de öyle konuşulup duran gibi bir şey olmadığını herkes idrak etti. Herkes? Yani dünyaya anlamaları, olup biteni anlamlandırabilmeleri ancak gerçekte neler olup bittiğine bağlı olanları kastediyorum. Yoksa dünyayı anlama kılavuzlarına gömülmüş olanların herhangi bir şeyi idrak etmesi, tanım icabı, mümkün değil. Onlar her şeyi müdrikler zaten.
Dolayısıyla… Zaten savrulmuş olan dünya, 6 Ocak’ta Washington’da yaşananlarla birlikte, bir defa daha savruldu. Bir denge halini ararken osilasyon yapmakta olan bir sisteme, henüz salınımları dinmemişken yapılan ekstra bir müdahalenin çok trajik neticeleri olabilir.
Mesele zaten ABD’nin iç işinden ibaret değildi, artık hiç değil. Dolayısıyla üzerinde konuşulacak çok mevzu var. Altaylı’nın yukarıda bağlantısını verdiğim yazısındaki demokrasi anlayışı filan gibi mevzular ve elbette oradan yola çıkarak demokrasilerin geleceği filan.
Konuşuruz herhalde.