Anten

Posta kutuma bir e-posta düştü. Kılıçdaroğlu’na oy vermediğini, yerine başka bir isim aday olsaydı yine vermeyecekti olduğunu söylüyordu. Çünkü sadece Kılıçdaroğlu değil esasen onu destekleyen “kesimler” Aydınlanma aklıyla malul idiler. Mesela pandemi esnasında zorbalıkla bizi evlere kapatmış, faydasız aşıları dayatmışlardı. Mesela sokak köpeklerini —ki yakında nüfusları bizim nüfusumuzu aşacaktı— bizden çok seviyor idiler (kelimelendirme benim). Ve mesela —mesajın bana yazılması da anladığım kadarıyla bu sebepten— LGBT konusunda olmaları gereken yerde değildiler/değildik.

Beni bir düşünce aldı.

Kılıçdaroğlu’na rey veren kesimler çok renkli, çok çeşitli. Ama evet, mesela “boş tencere iktidar götürür” diye inanıyorlardı, inançlarını bilgi zannediyorlardı. Sandıklarda hile yapıldığına inanıyorlar. “CHP’nin içinde AKP’ye partiyi satanlar var” deyince de hemen inanıveriyorlar. Yani pek “akıllı” sayılmazlar. Erdoğan’a rey verenler de dünyanın Türkiye’yi eskisine kıyasla daha çok dikkate almak zorunda kaldığını düşünüyorlar mesela. Herhangi bir rakibiyle eşit şartlarda tartıya çıkmaya yanaşmayan, herhangi bir muhalif gazetecinin karşısına çıkacak cesareti olmayan, ülkenin görüp gördüğü en sentetik “politikacı mukallidi”ni asrın lideri zanneden çok kişi var. Onlar da pek “akıllı” sayılmazlar. (Devam etmeden işaret edeyim de başım ağrımasın, ben hiç akıllı sayılmam, ama bahis dışıyım.)

Kılıçdaroğlu’na rey verenler kendilerini pek akıllı zannetmenin ötesinde pek vicdanlı da zannediyorlar. Sokak köpeklerini onlar düşünüyorlar, çevreyi onlar düşünüyorlar. Ama mesela memleketin kıt su kaynaklarının önemli bir bölümünü tüketen çimlerin —ki çok severim— neredeyse tamamının sahibi onlar. Ortalamanın en az üç katı enerji tüketiyorlar.

Erdoğan’a rey verenler de mesela, kendilerini pek kahraman görüyorlar. Reisleri herhangi bir noktada “vazgeçtim” dese, hepsi anında arazi olacak. Arkalarında devlet olmasa, yanlarında polis olmasa, suratlarına tükürsen şükredecek kadar ödlek tipler hemen hepsi —en azından erkekleri.

Filan.

Özetlemek gerekirse, her iki kesim de kendisi hakkında alenen yalan söylüyor —elbette çoğu söylediğinin yalan olduğunu düşünmüyor. Her iki kesim de karşısında olduğu kesim hakkında zırcahil.

Ama aralarında yine de iki mühim fark var.

Birincisi, Kılıçdaroğlu’na rey veren kesimler Erdoğan’a rey veren kesimlere özenmiyor. Ama Erdoğan’a oy verenlerin hemen hepsi Kılıçdaroğlu’na oy verenlere özeniyor. Parayı vurdular mı, onlar da geniş çim bahçeli “konaklara” yerleşiyorlar ama ne bahçelerini ve ne de evlerini yaşanacak bir yer halinde tutamıyorlar. Enerji maliyetleri misliyle artıyor ama hayatlarında orantılı bir kalite artışı meydana gelmiyor. Evlerine ve çocuklarına baktırmak için derhal birilerini istihdam ediyorlar ve onlara insan gibi muamele etmeyi becermiyorlar. Filan. Çünkü bu işler ilk nesilde nadiren becerilebilir. Özeniyorlar, beceremiyorlar ve… Hınçlanıyorlar.

İkincisi, biraz da ilkinin türevi olarak, Erdoğan’a oy verenlerin hemen hepsinin birinci önceliği, Kılıçdaroğlu’na oy verenlerin mutsuz olması. Kendilerinin yaşama sevinci yok, yaşama sevinci olanların yaşama sevincini imha etmeye adamışlar hayatlarını. Otuz yıl önce roller tam tersiydi. Bugün Erdoğan’ın peşinden sürüklenenlerin muadillerinin çoğu son derece elverişsiz şartlara mahkûmdu. Bırakın lüks cipleri, otomobilleri yoktu ve sahip olabileceklerine dair hayalleri de yoktu ama bol bol neşeleri, yaşama sevinçleri vardı. Onlara yukarıdan bakan nobran tipler ise trafikte herkese söverek, her biçimsizliği “öteki”lere fatura ederek, etrafa mutsuzluk saçıyorlardı.

Lakin…

Başkalarının mutsuzluğundan mutluluk çıkarmak gibi bir dertleri yoktu.

Erdoğan’ın peşinden sürüklenenler, her iki lafından biri yalan olan Erdoğan’ın her iki lafından birinin yalan olduğunu, hiçbir şeyin iyiye gitmeyeceğini biliyorlar. Zaten Erdoğan’ın vaatlerine inanıyor filan da değiller. Erdoğan da onların vaatlere inanmadıklarını biliyor. “Çekemeyen anten taksın” türünden, ilköğretim üçüncü sınıf ayarında lafları ondan ediyor. Kendileri mutsuz olan, yaşama sevincini kaybetmiş yığınlar öylelikle emin oluyorlar ki, “ötekiler” de mutsuz, Reis ötekilerin mutluluklarını çalmış.

Oh!

Bir e-posta üzerine düşüncelere daldım ve bunları düşündüm. Sonra buraya yazayım diye aklımdan geçti. Şu yukarıda gördüğünüzden daha renkli, daha özenli, daha okunaklı bir şey olacaktı, emin olun. Ama CHP’nin aklı evvelleri, “Karar Ver” diye bir video yapmış, marifet gibi bir de duyurmuşlar. Mecburen haberim oldu. Erdoğan Rusların önünde diz çökmüş de, Kılıçdaroğlu Ruslara kükremiş filan.

Bildiğiniz fıkradır, Bektaşi’nin önüne iki şişe şarap koymuşlar, “Baba erenler, hangisi iyi bir seç” demişler. İlkinden bir yudum almış, “öteki” demiş ya. Biz Erdoğan’ı tattık, “öteki” diyoruz kardeşim, anlamanız için ne lazım? Bize Kılıçdaroğlu’nu da illa tattırıp kusturmaktan muradınız ne? Memleketin görüp gördüğü en basiretsiz, entrikayı siyaset zanneden politikacısını bize kakalamaya çalışmanın maliyetini 14 Mayıs’ta görmediniz mi? Çekin şu adamı gözümüzün önünden, bize Erdoğan’ın ne kadar büyük bir tehlike olduğunu anlatın, biz “öteki” niyetine Kılıçdaroğlu’nu seçeceğiz. Adamınızı görünce elimiz varmıyor, anlamıyor musunuz?

Anlamıyorsanız, bunu bile anlamamış olarak o devasa bütçeli işleri alabiliyor, çimlerinizin su faturasını ödeyebiliyor olmanıza öfke duyanlar çok mu haksız? Anladığınız halde bu işleri yapıyorsanız… Siz sahiden, işvereninizle birlikte, Erdoğan’ın ajanları mısınız? Hepiniz ona mı çalışıyorsunuz?

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin