Bir Din Olarak Bilimcilik
![](https://www.politikapolitik.com/wp-content/uploads/2020/04/Bulaşma.jpg)
Bir de şöyle deneyeyim ve şu bilim/bilimsellik/bilimcilik mevzuuna şimdilik mola vereyim.
Geçende posta kutuma bir grafik düştü. Grafiğin solunda, biri hasta diğeri sağlıklı olduğu ifade edilen iki kişinin suratı var. Sağlıklı olan maskeli, hasta olan maskesiz ve altında “bulaşma ihtimali yüzde 40” yazıyor. Ortada aynı iki surat ama bu defa hasta olan maskeli, sağlıklı olan maskesiz ve alttaki oran yüzde 15. Sağda yine aynı iki surat ve ikisi de maskeli. Altta da “bulaşma ihtimali yüzde 1,5” yazıyor.
Grafiği kim hazırlamış bilmiyorum. Hazırlayanın da, benimle paylaşanın da derdini az çok tahmin edebiliriz, bize “maske kullanın” diyorlar. Masum ve iyi niyetli bir teşebbüs. Lakin bir mesele var: Biz virüsün bulaşma ihtimali hakkında herhangi bir güvenilir veriye sahip değiliz. Kaldı ki, hasta olanın ve olmayanın maske dışındaki muhtelif vasıflarına bağlı olarak da değişiyor bulaşma ihtimali. Ve maskenin vasfı da müessir. Hasta ve sağlıklı olanın nasıl bir ortamda ne kadar yakınlaştıkları ise, muhtemelen en belirleyici husus.
Yani?
Sözünü ettiğim grafik ile bilim arasındaki ilişki, ağaca çaput bağlayıp iyileşmeyi ümit etmek ile bilim arasındaki ilişki kadar. Mesajın bilimselliğinden, bilim ile akrabalığından söz ediyorum, maskenin hastalıktan korunmaya tesiri belki ağaca çaput bağlamaktan fazladır —ikincinin bütün etkisi plasebodan ibaret ne de olsa…
Ama…
Siz bu grafiği sizinle paylaşana itiraz etmeye kalktığınızda, “vay sen benim dediğime nasıl itiraz edersin” demiyor, “sen bilime nasıl itiraz edersin, senden adam olmaz” diyor. Kendi safsatasını bilimin itibarı sosuyla servis ediyor ve itirazı da bilimin üzerinden sektirip kendi safsatasını muhafaza ediyor. Eşit şartlarda mücadele etmeye yanaşmıyor yani, muteber bir kozanın içine girmeden sahaya inmeye yanaşmıyor.
Sözünü ettiğim hal, yani bir paravanın arkasına sığınıp siyaset yapma hali bilimle sınırlı değil. Başkaları da din paravanının arkasında benzer işleri yaptılar/yapıyorlar. Veya milli dedikleri bir şeylerin, bayrağın, şunun, bunun itibarıyla sosluyorlar aksi halde yutulamayacak safsatalarını. Başkaları Atalarının hadisleriyle…
Sözünü ettiğim hal, yani bilim paravanının arkasına sığınıp siyaset yapma hali yeni bir hal de değil. Şehirlere istiflenmiş, geride bıraktıklarından daha zengin hayatlara sahip olmuş, o zenginliğe bambaşka sebeplerle sahip olmuş olan bir yığın insan, geride kalmışlar ile aralarındaki farkı açıklamak, kendilerini meşrulaştırmak için, geride bıraktıklarının dininden farklı bir dinin işe yarayacağını hissettiler. O icat ettikleri dine de bilim dediler.
“Gerçek İslam bu değil”cilere, “gerçek bilim bu değil” vokaliyle katılmak hoşuma gitmiyor. Esasında “gerçek İslam bu değil” demek ile “gerçek bilim bu değil” demek benzer şeyler mi bilemedim. Geçende alıntıladıydım, Atılgan “dinin nasıl bir şey olduğunu inananları belirler” demişti ve bence son derece haklıydı. “Gerçek İslam” diye bir şey yok yani, eğer inananları mesela “eşcinselleri hedefe yerleştirmek meşrudur” diye varsayıyorlar ve bu varsayıma yaslanarak cadı avına kalkıyorlarsa, İslam da öyle bir şeydir. Benzer bir şeyi bilim için söylemek de mümkün mü, bilemediğim şey o. Yoksa bir yerde “gerçek bilim” diye bir şeyden söz edilebilir mi?
Piel, Yirminci Yüzyılda bilim alanında gerçekleşenleri özetlediği The Age of Science adlı kitabının başında, tabii olarak, bilim denen şeyi tarif etme ihtiyacı duymuş, sonra da “bilim, bilim insanlarının yaptığı iştir” diye kestirip atmak zorunda kalmıştı. Piel’den altmış yıl kadar önce Popper ise, biliyorsunuz işte, bilimin bilim olmayandan çok daha bilimsel ifadelerle ayrılabileceği ümidini hâlâ muhafaza ediyordu.
Belki mesele hiç de “gerçek İslam”, “gerçek milliyetçilik”, “gerçek bilim” filan gibi mevzularda değildir. Dahası, belki de hiçbir şeyin gerçek olanını olmayanından ayırt etmek hiç mümkün olmayabilir. Mesele, hatta, sıradan insanların, sabah mesaiye gidip akşama kadar çalışan, gün boyu akşam evine dönüp televizyon ve/veya bilgisayar karşısında geçireceği saatleri özleyen, hayatta kalmak, olabildiği ölçüde hayattan kâm alabilmek isteyen, çocuklarını okutmak için çabalayan insanların, hangi durumda hangi tercih problemi ile karşılaştıklarında hangi dini, milli, ulusalcı, bilimsel soslu safsataya itibar edeceği de değildir. Mesele, belki de, bütün bu sosların bu kadar kolay istismar edilebiliyor olmasında bile değildir.
Öyle görünüyor ki, ahaliye sindirilmesi zor şeyleri bilim sosu marifetiyle sokuşturmuş durmuş olanlar, ahali “artık bunu yemeyeceğim” dediğinde, fena halde çuvalladılar. Elleri ayaklarına dolandı. Ne yapacaklarını bilemez hale düştüler ve hâlâ da bilemiyorlar. Mesele, dolayısıyla, bana öyle geliyor ki, sindirimi daha kolay, biraz daha lezzetli, ahalinin yemeye razı geleceği bir şeyleri üretmekten ibaret. Yıllar yılı, neredeyse zerre kadar kafa yormadan yaşamış, ezberlerinin ebediyete kadar iş göreceğini zannetmiş olanlara da bu iş çok zor geliyor.
“Artık başka bir dünyada yaşıyoruz” dediğinizde, “ya evet, hâlbuki eski günler ne güzeldi” diyenler, bir bakıma haklılar yani. Çiziktirdikleri herhangi bir grafiğe, sırf onlar çiziktirdi diye bilimin ayeti muamelesi yapıldığı günleri özlemesinler de ne yapsınlar!
***
Bitirmeden, şu maske ile ilgili grafiğe döneyim.
Dedim, hasta olanın ve olmayanın maske dışındaki muhtelif vasıflarına bağlı olarak da değişiyor bulaşma ihtimali. Ve maskenin vasfı da müessir. Hasta ve sağlıklı olanın nasıl bir ortamda ne kadar yakınlaştıkları ise, muhtemelen en belirleyici husus. Üstelik derdimiz bulaşma/bulaşmama meselesi de değil, öyle veya böyle önünde sonunda hepimiz malum virüsle bir biçimde muhatap olacağız. Meselemiz, bulaşmayı geciktirme meselesi…
İmdi…
Böyle bir grafik hazırlayınca, son derece karmaşık bir hususu, aşırı basitleştirmiş oluyorsunuz. “Canım ne var yani, karar problemi basit, maske kullanacak mıyız, kullanmayacak mıyız, hepsi o” denebilir. Ama iş orada kalmıyor. Âlemin sahiden de o kadar basitleştirilebilir olduğu zannı da, grafikle birlikte bulaşıyor. Âlemin o kadar basitleştirilebilir olduğu zannı, bilim denen nebat ile ilişkilendiriliyor. Artık her hususta bu tür aşırı basitleştirmeler aranıyor. Esasen o grafik de, zaten, yıllar yılı öyle aşırı basitleştirilmiş bir âlemin bütün zihinlere sokuşturulmuş olması sayesinde mümkün oluyor. O grafiği hazırlayan her kimse, neredeyse eminim ki, âlemin zaten fevkalade basit olduğuna inanıyor.
Ve bu inanç son derece tehlikeli bir inanç.
Bilimcilerin, yani kotardıkları aşı bilim sosuyla sokuşturmayı âdet edinmiş olanların ellerinin ayaklarına dolanması da, bana öyle görünüyor ki, bütün nüansları ihmal ve iptal eden bu aşırı basitleştirmeye duydukları imandan kaynaklanıyor. Bunca süreyle hiçbir nüansı hesaba katmadan bir tür tatmin yaşaya geldiler. Aynı şartların yeniden tesis edilmesini arzuluyorlar.
Yaptıkları, işe yaradığını zannettikleri aşırı basitleştirmelerin truth ile zerre kadar akrabalığı yoktu. Şimdi “ama post-truth” diye sayıklayıp durmaları gösteriyor ki, kendi safsatalarını sahiden de truth zannediyorlarmış.
Ne kadar acıklı!