Etiket: Milliyetçilik

Bir Devrimin İçinde

Benim açımdan insan, evrimin göz kamaştırıcı bir ürünüdür. Evrim bir özne olsaydı, insana baktığında gözleri kamaşır, göğsü kabarır mıydı, bilemem. Demek istediğim şu ki, benim açımdan insanın göz kamaştırıcı bir şey olması, mesela insanı fevkalade estetik bulmam totolojidir. Evrim insanı, insanı göz kamaştırıcı bulacak biçimde yapmış. Son derece vahşi bir rekabet ortamından ibaret olan tabiatta

Onca Cehalet Varken

140Journos Adalar’daki fayton hikâyesi üzerinden bir film yapmış. Hikâyenin aslının muhtelif boyutları olduğu gibi, 140Journos tarafından hikâye ediliş biçiminin de muhtelif boyutları var. O boyutların sadece birinin içinde debeleneceğim. Aylardır debelenmekte olduğum husus içinde… Derdimi ifade etmek için en uygun sahne, gerçek hayatta faytonların aleyhine yapılan bir gösteri sırasında eline megafonu alan bir genç kızın

Bereketsiz Kahramanlar

Demiştim, Osmanlı’nın niye yıkıldığı sorusunu yıllar önce terk ettim. İlla merak edilecek bir şey varsa, bence, Osmanlı’nın niye daha evvel yıkılmadığıdır. Esasen çok daha önce yıkılmalıydı, çünkü uzun süredir bereketsizdi. Dünyaya bir faydası yoktu. İçerde de doğurduğundan çok öldürüyor, ektiğinden az biçiyor, biçtiğini de mundar ediyordu. Doymuyordu yani ve çocukları birbirini yemek zorunda kalıyordu. (Böyle

Stalin Diye Biri

Wikipedia’da gezinirken rastladım, Kruşçev anılarında Stalin için demiş ki (kendi tercümemle)… “Stalin kendisiyle aynı fikirde olmayan herkesi ‘halkın düşmanı’ olarak tanımlardı. Onların eski düzeni ihya etmek istediklerini söyler, böylelikle ‘halkın düşmanları’ uluslararası reaksiyona bağlanırdı. Netice olarak birkaç yüz bin masum insan perişan oldu. O günlerde herkes korku içinde yaşadı. Herkes gecenin bir yarısında kapısının çalınabileceğini

Kırkıncı Yıl

12 Eylül —şu içinde yaşadığımız Türkiye şartlarını bir yana bırakırsak— başıma gelmiş en katlanılmaz şeydi, başlarken tespit edeyim. Bugünkü şartlara kırk yaş genç yakalansaydım nasıl hissederdim, onu da bilemiyorum. Neticede öznel değerlendirmeler yaptığımın, hepimizin öyle yaptığının, nesnellik diye bir şeyin mümkün olmadığının farkındayım. Esasen bugün yaşamakta olduğumuz her şeyin, öyle veya böyle 12 Eylül’ün çocukları,

Bir Din Olarak Bilimcilik

Bir de şöyle deneyeyim ve şu bilim/bilimsellik/bilimcilik mevzuuna şimdilik mola vereyim. Geçende posta kutuma bir grafik düştü. Grafiğin solunda, biri hasta diğeri sağlıklı olduğu ifade edilen iki kişinin suratı var. Sağlıklı olan maskeli, hasta olan maskesiz ve altında “bulaşma ihtimali yüzde 40” yazıyor. Ortada aynı iki surat ama bu defa hasta olan maskeli, sağlıklı olan

Kayık

Hepten mi aptal bu Cleolar? Kendilerini istismar eden şımarık, üst-orta sınıfa mensup patronları ile değil de, Cleoları düşünen, onların iyiliğini isteyen Cuaronlar, Zizekler, Ümit Kıvançlar, benim gibiler ile neden dövüşüyorlar? Düşmanlarını, dostlarını ayırt etmekte neden bu kadar beceriksizler? Eh, bu soruları sorabilmek için, dünyanın bizim varsaydığımız biçimde bölünmüş olduğunu kabul etmek gerekir. Biz dünyanın sömürenler/sömürülenler

O Şey

1980’lerin başıydı, “boş televizyon kabini piyasası”ndan haberdar olduğumda… Adam, diyelim Mardin’den İzmir’e gelmiş. Önce kendisinden önce gelmiş olanlara ilişmiş. Biraz palazlanmış, bir gecekondu yapmış veya kiralamış. Evinde televizyon varmış gibi yapmaya ihtiyaç duymuş. Bana anlatan “işin içinde” olan biriydi. İçim acıdı, daha fazla dinleyemedim. Dinleyemedim ama beynim kurgulamaya devam etti. Herhalde çocukları mızmızlanmışlardır. Konu komşu