Anlaşılan o ki, Türkiye diye bir ülke varmış. O ülkede “demokrasi berbat bir şey” diyen insanlar siyasi iktidarı yirmi yıl kadar önce ele geçirmişler. Ancak nedense mütemadiyen seçim yapıp duruyorlarmış. Derken “ille de demokrasi, demokrasi olmazsa olmaz” diyenlerin canına tak etmiş, farklı partilere mensup olsalar da, farklı yönelimlere sahip olsalar da bir araya gelmişler. Ve…
Her sabah, “bugün kendime hâkim olacağım, zıvanadan çıkmayacağım” diye kalkıyorum. Ne mümkün! İskender Aruoba T24’te kendi teşhis ettiği problemi şıp diye çözmüş. Arada da daha büyük ölçekli problemler için reçeteyi vermiş. Ulu yüce Atatürk’ün izinden gidip karma ekonomiyle… Çünkü biz henüz San Fransisco seviyesinde değilmişiz. O seviyeye gelince… Ulu yüce Atatürk’ün izinden çıkıp piyasa ekonomisini
Murat Sevinç’e laf edince, en yakınlarım dâhil birçok kişi rahatsız oluyor. Seviyorlar onu. Sevsinler, ne güzel… Pide kokusundan başlayıp talaş ve tutkal kokusuna doğru seyahat ederken… “Ahşap sevgisi modaya dönüşünce işler değişmeye başladı. 1990’larda orta sınıf ahaliyi ‘antika’ merakı sardı Ankara’da. Zaten o tabaka neye merak sarsa onu berbat eder” de desin mesela. Her şeyi,
Biri bir video paylaşmış, Çin’den… Paylaşılan videonun kendisi daha çeşitli bir şey ama yüklemeyi beceremedim. Az çok şöyle bir şeydi. Sizinle paylaşmaya çalıştım ama başından sonuna izlemedim, izleyemedim. Zıplaya zıplaya baktığım karelerin hemen hepsi, midemi bulandırdı. Bir başkası videonun altına, “vay be ne disiplin, bu sayede pandeminin hakkından geliyorlar işte” diye yazmasa, aşağıda diyeceklerimi bambaşka
Osman’la sohbet ederken, laf nasıl geldi hatırlamıyorum, “çok iyimsersin” dedi. Şaşırdım. Biraz eşeleyince… Galiba belirtmek gerekiyor. İnsanlık bu badireyi atlatınca başka bir faza geçecek. “Aha tam da benim istediğim kıvama gelecek” filan demiyorum. “Dünya şimdiki haliyle bana layık değil, hayat beni hak etmiyor ama ben, efendiliğimden, katlanıyorum bütün bu biçimsizliklere de, pandemi sonrası dünya kendisine
Ümit Alan Birgün’de demiş ki… “Şöyle bir cümle düşünün: ‘Kinoa bitkisinin Batı’da popüler olmasıyla yetiştiği ana bölge Bolivya ve Peru’da fiyatları üçe katlandı. Beş yıl içinde yerli halkın ana besin kaynağını artık yüzde 34 daha az tükettiği gözlendi.’ Ne düşündünüz? Açıkçası benim ilk düşündüğüm ‘zengin Batılılar kinoa yiyecek diye yerliler ana besin kaynağından olmuş’ şeklinde
New Yorklu biri, sosyal medyada aşağıdaki mesajı paylaşmış —kırık dökük tercümemle dikkatlerinize sunuyorum. “Büyük bir değişim olacak gibi hissediyorduk. Berkeley’de öğrenciydim. 1968 yılıydı. Hepimiz insanların sadece şarkı söyleyip dans ederek yaşayabileceğini, bir ‘kurum insanı’ olma düşüncesinin tuzağına yakalanmamak gerektiğini düşünüyorduk. Bakış açımızı kendisine bağlayabileceğimiz birer şamandıra sağlayan bol miktarda parlak teorisyene sahiptik. Bize, fikirlerimizi müdafaa
Amin Maalouf’un Uygarlıkların Batışı üzerine yazılacak çok şey var. Gündemin yoğunluğu yüzünden bir daha dönemeyebilirim, en mühim bulduklarımı— olabildiği kadar özetleyerek— diyeyim. Çok uzun bir yazı olacak, herhalde okumaya katlanamazsınız. Ama ben yazmış olayım —ve bilin ki demek istediklerimin çok azı burada. Her şeyden önce… Bence okunması gereken bir kitap. Lezzetli ve zenginleştirici. *** Kitapta
Aşırı, yersiz ve biçimsiz kullanıldığından, bugün başörtülü kadınlar mevzuunun kabak tadı verdiğinin farkındayım. Ama yirmi yıl önce —yirmi yıl öncesine kadar uzun süre— gerçek bir problemdi o. Memleketin biricik problemi değildi, hatta en can yakıcı mevzuu olmamış da olabilir. Ama onun serencamı üzerinden birçok derdimizi deşifre etmek hâlâ mümkün. Birileri genç kızlara, “hem başınız örtülü
Ümit Kıvanç P24’te bir yazı yazmış. Okurken, neredeyse her paragrafta bir defa daha, içimden “oha” dedim. Hani bu yazının her cümlesini aklıma gelen muhtelif açılardan çürütmeye çalışsam, herhalde iki ciltlik filan bir kitap çıkar. Neticede de dünya hakkında bildiğim her şeyi söylemiş olarak, huzur içinde ölmeye yatabilirim. Bildiğim her şeyin antitezi bu kadar kısacık bir