Çok Aklı Olanlar

Her sabah, “bugün kendime hâkim olacağım, zıvanadan çıkmayacağım” diye kalkıyorum. Ne mümkün!

İskender Aruoba T24’te kendi teşhis ettiği problemi şıp diye çözmüş. Arada da daha büyük ölçekli problemler için reçeteyi vermiş. Ulu yüce Atatürk’ün izinden gidip karma ekonomiyle… Çünkü biz henüz San Fransisco seviyesinde değilmişiz. O seviyeye gelince… Ulu yüce Atatürk’ün izinden çıkıp piyasa ekonomisini tatbik edebilirmişiz.

Mars’tan gelmiş biri gibi okuyacak olursanız yazıyı, zannedersiniz ki 1920’lerde California’da birileri ulu Yüce Atatürk’ün müthiş keşfini idrak etmiş, önce karma ekonomiyle zenginleşmiş, sonra da, lütfen serbest piyasaya izin vermişler. Bu arada ulu yüce Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin aymaz ahalisi onun yolunu terk etmiş, işte bugünkü gibi yoksul kalmışlar.

1920’lerin California’sı ile Türkiye’sinin şartlarının benzer olmadığını biliyorum. Ama birleri de bugün zengin olan toplumların neredeyse hiçbirinin karma ekonomi filan gibi ara duraklardan geçmediklerini, Türkiye’nin ta 1980’lere kadar karma ekonomiyle geldiğini filan bilse iyi olur. Karma ekonomiden başka bir seçeneği var mıydı Türkiye’nin? Şüpheliyim. Karma ekonominin “bir” başarı hikâyesi var mı? Şüpheliyim.

Derdim karma ekonomiye karne vermek filan değil.  Ama söylemeden geçemeyeceğim, piyasa denen şeyin ancak zengin olanın fantezisi olduğu gibi akılların derdi de karma ekonomiye karne vermek filan değil. Yazının üslubundan apaçık görünüyor ki, memlekette bu tür laflar eden herkes gibi Aruoba’nın da “piyasadan uzak duralım” derkenki kastı, “ay bende ne akıllar var, bu akılları başka akıllarla rekabet etmek zorunda kalmadan, başka akıllara karıştırmadan tatbik edecek bir yol bulalım”dan ibaret.

Devasa problemlerimiz var. Şıp diye çözüyorlar. Bay Erdoğan mesela, depremle haritadan silinmiş şehirleri, TOKİ vasıtasıyla şıp diye kuruyor. Başkalarının ulu yücesi de o. Üstelik kendisini bir nevi Atatürk de zannediyor —eğer peygamber zannetmiyorsa.

Ben tabii, Atatürk kadar, bay Erdoğan kadar, Aruoba kadar, piyasaya düşman zevat kadar akıllı değilim. Genç yaşta idrak ettim, aklıma geliveren çözümlerin çözüm olmadığını. Genç yaşta idrak ettim, kimsenin aklına geliveren çözümlerin çözüm olmadığını. Bazılarının elinde güç olduğunu, akıllarına geliveren çözümleri zorla dayattıklarını —mesela Evren ve Aldıkaçtı’sı gibi budala zevzeklerin olmayacak hayallerini memlekete Anayasa diye giydirdiklerini. Genç yaşta idrak ettim, böyle Zihni Sinir procelerinin “hepsinin”, istisnasız hepsinin deli gömleği olduğunu. Genç yaşta idrak ettim, hiç kimsenin elinde kendi fantezilerini hayata geçirecek kadar güç temerküz etmemesinin hepimizin hayrına olduğunu. Genç yaşta idrak ettim, olabildiğince çok aklın, mümkünse “herkesin aklının” oyuna katılması gerektiğini.

Dolayısıyla genç yaşlarımdan beri, benim aklıma hiç uymayan, bazılarını düpedüz saçma bulduğum akılların da oyuna ortak olması nasıl sağlanabilir diye kafa yoruyorum. Çözüm işi bana kalmasın diye…

Piyasa, kendisini pek akıllı zanneden züppelerin fantezilerinin hayata geçmesini imkânsızlaştırıyor. O yüzden karşılar piyasaya. Murat Sevinç gibiler, derin fikirleriyle nadide çözüm tekliflerini sunmadan önce, “ama iş piyasaya kalınca benim halim n’olcak” diye aklınca ironi yaparak zemin düzeltiyor. Sanki şikâyetçi olduğu mevzular piyasanın ürünüymüş gibi… Sanki memlekette piyasa işliyormuş gibi. Sanki işlemiş gibi. Sanki elektrik dağıtımı işi mesela, piyasa marifetiyle düzenlenmiş gibi. Sizin gibi derin fikirli, her bir problemi şıp diye çözüveren, sizden farklı olarak elinde fantezilerini hayata geçirecek güç olan bir takım zevzeklerin işi o şikâyet ettikleriniz.

Netice olarak, bir tarafta Atatürk’ün arkasına saklanmış Aruobalar, yanlarında “bilim”in arkasına saklanmış Sevinçler, hemen yanlarında silahlarını kuşanmış Evrenler ve kibirli komutanları, hemen yanlarında da ihtiyaç duyduğunda İslam’ın arkasına saklanan ama esasen beslemelerini oraya buraya yerleştirip besleyerek devlet gücünü kılçıksız bir biçimde avucuna alan bay Erdoğanlar var. Aynılar aynı yere. Bunların hepsi aynı. Karşılarında çaresiz, güçsüz yığınlar. Aralarından zor zahmet çıkardıkları kim varsa —Aruobalar, Sevinçler filan— derhal karşı tarafa geçe geldiği için çaresizliği zamanla büyüyen yığınlar.

Mercimek kadar beyinlerinizle bizim her bir derdimize şıp diye çözüm bulmanıza ihtiyacımız yok, kendi problemlerimizi kendi kavlimizce, ağır aksak, yapa boza çözeriz biz. Ne taraftasınız, onu bilelim, gerisine karışmayın. Derin akıllarınızı kirayı nasıl ödeyeceksiniz, elektrik faturalarınızı nasıl küçülteceksiniz gibi problemlere tahsis edin.

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin