Anladığım kadarıyla birileri ABD’ye “operasyon” çekiyor. “Ee, hep ABD mi yapacak” derdim ama, operasyonu çeken de ABD olabilir diye düşündüğümden, dilimi ısırma ihtiyacı hissediyorum. New Orleans’da kiralık bir otomobille yılbaşı kutlayan kalabalığa dalan adamın otomobilinin bagajından IŞİD bayrağı filan çıkması, hiçbir incelik kaygısı taşınmadığını, muhtemel yanlış anlamalara karşı bütün tedbirlerin düşünüldüğünü düşündürtüyor. Akabinde Las Vegas’ta
ABD kötüdür. Nokta. Yeni keşfetmediniz ABD’nin kötü olduğunu. Yeni fark etmedik. ABD kötüdür, evet. Ama İran rejimi de kötü. Boyuna posuna, kapasitesine bakmadan, bölgenin ABD’si olmaya heveslenen, Suriye’de Esad’a payanda olan İran da kötüdür. İran’ın kötülüğünün mezhebiyle filan bir alakası yok, mezhepçilik yapıyor değilim yani. İran’ın kötülüğü özüyle, fıtratıyla alakalı bir şey değil, metoduyla alakalı.
İçinden geçeni söyleyiveren, heyheyli, hesapsız, dobra, mahallemizin delikanlısı olarak markalanmasına rağmen Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin görüp gördüğü en ürkek, en korkak, en hesapçı, en tedbirli aktörü belki de. Herhangi bir ciddi iş vuku bulduğunda, derhal sütre gerisine çekiliyor. Muharebe sahası hakkında çok teferruatlı malumat gelmeden, arazinin tamamen dezenfekte edildiğinden emin olmadan da başını asla çıkarmıyor.
Salih parayı buldu mu, altına en lüksünden bir BMW bir de Mercedes çeker, lüks bir ofis tefriş eder, Rus kızın yanından kalkıp gusül abdestini alır, sabah namazını evinde ifa ederdi. Parayı imha etmekte üstüne yoktu. Dolayısıyla tez zamanda ofis de, otomobiller de, Rus kızları da sahneden çıkar, Salih bir başına kalır, sabah namazları için camiye
Geçende Halil Berktay yaşananlara söyleyecek söz bulamamış, Orhan Veli’yi imdada çağırmıştı. Ben de öyle yapayım. Neler yapmadık şu vatan için!Kimimiz öldük;Kimimiz nutuk söyledik. *** Ota boka konuşan şahsı, onlarca çocuğumuzu kaybettiğimiz saatlerde sükût içindeydi. Şeyinin kılı olmaya hevesli olanlar ise, “şu kadar unsuru etkisiz hale getirdik” gibilerden caka satıyorlardı. Onlarca çocuğumuzun öldüğünü bildikleri saatlerde, işi
İddia edip duruyorum ki, bugün Türkiye’de böyle bir rejime maruz kalmamıza —bu kadar zıvanadan çıktığı halde rejimin arkasındaki desteğin sürmesine— yol açan, memleketin okumuş çocuklarının tutumları oldu. Ahaliyi hiç beğenmeyen, ahali için neyin doğru olduğunu söyleyip durduğu halde bir türlü yapılmamasına içerleyen, “bu memleket adam olmaz azizim” deyip duran, “hâlbuki ben geçende yurt dışına çıktığımda
Evren, Kıbrıs’taki harekâttan yıllar sonra, “orada neler olmuştu” diye soran —yanlış hatırlamıyorsam— Birand’a, “’nereye kadar gideceğiz’ diye sordular, ‘gidebildiğimiz kadar gidelim, sonra bir kısmını masada veririz’ demiştim” mealinde cevap vermişti. Evren’in “gidebildiğimiz kadar gidelim” dediği esnada bizim, yani ahalinin, nereye kadar gidileceği konusunda bir soru işareti olduğundan haberi yoktu. Dolayısıyla kararların, çok sonradan Evren’in anlattığı
Türkiye’de mutlak güç sahibi gibi görünen Erdoğan, Suriye’de maceralara tevessül ediyor. ABD’de Amerika’nın kasabalılarının sağlam desteğine sahip olduğu iddia edilen Trump, Süleymani’yi öldürtüyor. İran’da mutlak kontrol sahibi olduğu iddia edilen rejim, Irak’taki ABD üslerini vurarak seksen küsur Amerikalıyı öldürdüğünü öne sürüyor. Ne oluyor? Başkaları mezkûr aktörlerin ne kadar güçlü olduğunu düşünüyor olursa olsun, kendileri kendilerini
Bloomberg’in Opinion sütunundaki yazısında, Pankaj Mishra, dünyanın dört bir yanındaki kalkışmaları kıyaslamak için uygun olanın 60’ların gençlik hareketleri olduğunu ileri sürüyor ve bu defakinin ölçeğinin daha büyük olduğunu öne sürüyor. Önce şu sorunun cevabını vermeye çalışalım, (a) Beyrut’tan Hong Kong’a, Santiago’dan Bağdat’a, Paris’e, Delhi’ye sokaklarda yaşananlar, (b) Erdoğan’dan Trump’a, Orban’a otoriter liderler ve (c) Suriye’de,
Habil ile Kabil kıssasını biliyorsunuz, iki kardeşin her birisi Allah’a birer hediye veriyorlar ve… Sadece birininki kabul ediliyor. Sadece birine iltifat ediliyor. Sadece biri muteber oluyor. Kıssaya yaslanarak, meselenin ekonomik olmadığının, itibar meselesi olduğunun çok eskiden idrak edilmiş olduğunu söyleyebiliriz. Ve “hepiniz eşit olmayacaksınız, bazıları daha muteber olacak, kimin daha muteber olacağı da Allah’ın takdiri,