Taşeron
Elimizde n bilinmeyenli n denklem vardı –n, büyük bir sayı olacak şekilde. Denklemin çözümünü bilmiyor olsak da, bir –sadece bir– çözümü olduğunu, onun da önünde sonunda bulunacağını biliyorduk. Öyle düşünüyorduk yani. Yeni bilinmeyenler, yani yeni özneler zuhur etmesin, kâfi.
Şimdi hal değişik.
Önce Suriye diye bir özne vardı, ülke karıştı ve Suriye ile Esad ayrıştı. Bir tek bilinmeyen eklenmesiyle, konfor bozuldu. Ama iş orada kalmadı, geldiğimiz noktada ABD öznesi, ABD ve Trump olarak ayrıştı. Daha önce süreç içinde Kürtler özneleşmişlerdi. Aynı süreç içinde Erdoğan kendisini Türkiye’den ayrıştırdı.
Göründüğü kadarıyla Putin Rusya’yı temsilen hâlâ sağlam duruyor. İran da tek bir bilinmeyen olarak muhkem gibi –statüsünü ne kadar süreyle muhafaza eder, o da meçhul. Netenyahu bile İsrail’de hükümet kuramıyor.
Eski denklem sisteminin bir çözümü var mıydı, biz mi temennilerimizi gerçeklik yerine istihdam ediyorduk, bilmiyorum. Ama o sistemin bir çözümü vardıysa bile, şimdi emniyetle söyleyebiliriz ki, yeni halinde sistemin bir çözümü yok. Bilinmeyen sayısı denklem sayısını geçtiğine göre sayısız mümkün çözüm var artık.
***
Daha önce Ankara’da, Suriye toprakları hakkında Türkiye ile ABD arasında görüşme yapılmasının tuhaflığından söz etmiştim. Dün ise Soçi’de benzer bir şey, Türkiye ile Rusya arasında yaşandı. Bütün bunları, eğer Suriye bir uluslararası savaşa girmiş ve kaybetmiş, tarih olmuş olsaydı, yadırgamayabilirdik. Ama öyle değil. İç savaş şartlarında failed state statüsündeyken de bir ölçüde manalı olabilirdi. Ama oradan toparlanmaya başlamış bir Suriye varken oluyor bunlar.
***
Türkiye’nin bölgeye dair bir tasavvurunun olması, Suriye’nin iç savaşa sürüklenmesi sürecinde aktif bir oyuncu olması gerekirdi. Hep böyle düşündüm. Bu bölgeye dair bütün tasavvurların ABD ve/veya Rusya menşeli olmasını içime sindirememekten kaynaklanıyor olabilir. Dolayısıyla CHP kafası bana göre değil.
Bölgeye dair tasavvurun toprak kazanma gibi bir motivasyonu olması, bir tasavvur olmamasından bile daha vahim bana kalırsa. Dolayısıyla fetihçi güruhun kafası da bana göre değil.
Ne olmalıydı? ABD ve Rusya’nın bölgedeki nüfuzunu azaltacak, yerli toplumların kendi kaderleri üzerinde daha çok söz sahibi olmalarını hedefleyen bir tasavvurun, hem Türkiye, hem bölge ve hatta hem de ABD ve Rusya için iyi olacağını düşünüyordum/düşünüyorum.
Şu son birkaç günde olup bitenler, öyle görünüyor ki, bölgede ABD ve Rusya’nın nüfuzunun, zayıflamak bir yana pekiştiğine işaret ediyor. Aralarında bir mutabakat olduğunu zannettiğimi çok uzun süredir söylüyorum. Öyle görünüyor ki, kendilerinden başka kimsenin bilmediği o mutabakat çerçevesinde, olabildiği ölçüde kırıp dökmeden yol almaya çalışıyorlar. Ve alıyorlar.
Yine öyle görünüyor ki bu süreçte Erdoğan, Türkiye’nin hem ABD ve hem de Rusya’nın taşeronluğunu almasını sağladı. Başarı mı? Kendi tasavvuru açısından şüphesiz başarı. Ama hem ABD’nin ve hem de Rusya’nın, ta başından beri, zaten böyle bir Türkiye’yi arzu ettiğini zannediyorum. Üstelik –bana kalırsa– bugün Türkiye’nin üstlendiği role karşılık daha yüksek kazançlar da sağlayabilirlerdi Türkiye’ye. Böyle bakınca ise ortada bir başarı yok gibi görünüyor.
Kimin ne kazanıp ne kaybettiğinden daha büyük mesele, geldiğimiz noktada hiçbir kazanç ve kaybın sürdürülebilir olmaması. Dün Putin ve Erdoğan Soçi’de uzun süren pazarlıklarını sürdürürken, CNN’de Amanpour’un misafiri Esper idi –veya Amanpour Esper’e misafir olmuştu.
Bende kalan tortu şu: ABD’de Trump karşıtı muhalefetin temel kaldıraçlarından biri Trump’ın son tasarruflarının Suriye’de Rusya’nın önünü açması. Gerçeklik böyle mi, önemi yok. Üzerine gidilen, kanırtılan çatlak, anlaşılan o ki, Trump ile Rusya arasındaki netameli bağlantı olacak. Yine dün CNN’in iddia ettiğine göre Trump’ın azledilmesi gerektiği konusundaki kamuoyu desteği yüzde 50’ye ulaşmış –birkaç ay önce yüzde 35 civarında iken.
Yine görünen o ki, ABD’de muhalefet, Suriye’de Rusya’nın elinin güçlenmesi hikâyesini ABD kamuoyuna satmakta zorlandığı noktalarda, ahlaki bir payanda olarak, Türkiye’nin zavallı Kürtleri dövmesi ve Türkiye destekli güçlerin savaş suçları gibi faktörleri kullanıyor. Özellikle bu ikinci hususta el büyüteceklerini tahmin etmek zor değil.
Mesele şu: Trump’la telefonla konuşup, “filanca davayı düşürün –veya filanca yaptırımdan vazgeçin– gereğini yapayım” demek mümkün. Ama muhalefet dediğiniz şey yekpare bir şey değil, kendisine ulaşılacak bir telefon yok. Esasen dertleri Türkiye’ye zarar vermek olmayan birileri, esas dertleri olan Trump’ı yola sokmak için Türkiye’yi hırpalıyorlar. Dolayısıyla savaş suçu kapsamında değerlendirilebilecek bir şeylere mani olmak bile yetmez.
Trump denklemden çıkarsa?
Eh, başlangıçta söylediklerime yaslanarak denebilir ki, denklem sistemi biraz sadeleşecek. Ama bu arada Kürtlerin pozisyonu, ABD kamuoyunun pozisyonu, İran’ın pozisyonu da değişmiş olacak. Yeni belirsizlikler eklenmiş olacak denkleme. Çünkü her bir değişkenin hangi aralıklar arasında değer alabileceği bilgisi değişmiş olacak –zaten oldu ve oluyor.
***
Bütün bunları umursamayabilirim. Çünkü tarihi toplumların yazdığına inanıyorum. Trump idi, Putin idi, Erdoğan idi… Çok da kafama takmayabilirim.
Ama mesela Putin’in yayılmacılığının Rusya toplumunda ne kadar karşılığı olduğunu bilmiyoruz ve mevcut durumun o karşılığı nasıl değiştirdiğini de… ABD’de ise toplumun bütün kesimlerinde Türkiye karşıtlığının yaygınlaştığını ve derinleştiğini görebiliyoruz. Tamir edilmesi oldukça zor bir kırık bu.
Yine de dert olmayabilirdi, neticede Türkiye toplumuna güveniyorum. İçine düştüğümüz kapan ne kadar çıkışsız olsa da bir çıkış imal ederiz diye düşünüyorum. Ama bu defa da toplumun hassasiyetlerini siyasallaştıracak mekanizmaların eksikliği ve kamuoyu oluşturma mekanizmalarının yokluğu aklıma geliyor.
Dahası, yapıp ettiğimiz her şey bölge halklarının menfaatleri hilafına gerçekleşiyor. Doğrudan ABD ve Rusya’nın menfaatlerine hizmet ediyoruz. Bu da içime dokunuyor.