Bir İktisadi Çözüm Olarak Afganistan

Son birkaç günde herkesin Afganistan’ı ne kadar iyi bildiğini gördük. Hepimiz Afganistan hakkında ziyadesiyle ziyalandık.

Herkes kendisini doğrulayacak teferruatı gördü. Kimisi işgalcilere karşı direnen yerli unsurların zaferini, kimisi müstesna Batı medeniyetinden nasiplenemeyen halkların akıbetini, kimisi kapitalizmin bilmem kaçıncı iflasını, başkası İslami fanatizmin kadınlara yaptıklarını… Net toplamda, Perinçek veya Boynukalın gibi soytarılar hariç hemen herkesin yüreği bir şeyler için, birileri için burkuldu.

***

Herkes kendisini doğrulayacak teferruatı gördü. Ben de öyle…

Baştan başlayalım.

ABD’nin Afganistan’a girmesi aptalca bir şey miydi? ABD diye yekpare bir özne varsayarsanız, o öznenin Afganistan’a müdahale ederken dile getirdiği sebebin esas sebep olduğunu da varsayımlarınıza eklerseniz, evet aptalca bir şeydi. Yani bütün Amerikalılar bir araya gelmişler, tek yumruk olmuşlar ve Afganistan’daki cihatçı hareketleri —ve elbette bütün dünyadaki cihatçı hevesleri— yeryüzünden silmeye karar vermişler, sonra da yirmi yıl önce yaptıklarını yapmışlar…

Aptalca…

Çünkü her iki coğrafyaya binlerce km uzaktan ben bile tahmin edebilirdim ki, ABD müdahalesi, dile getirilen neticeyi almak için tamamen yetersiz ve manasız. Aksine, tahmin etmek hiç de zor değildi ki, ABD’nin Afganistan müdahalesi, dünyanın dört bir yanında Batı karşıtlığını hayat amacı haline getirecek ve bu amacı da İslam’la ilişkilendirecek insan sayısında dramatik bir artışa sebep olacaktı. Oldu.

Yine de meselenin aptallıkla —veya başka bir şahsi özellikle— açıklanabileceğini zannetmiyorum.

Bush soytarısının preemptive war doktrinini satın almış olan ABD vatandaşları vardır ama kendi hesabıma Bush’un kendisinin kendi söylediklerine inandığında hiç inanmadım. İnsan Beyaz Saray’da yaşamaya başladığında gerçeklikle arasına mesafe girer ve o mesafe zamanla büyür ama Beyaz Saray’da yıllarca yaşasanız ve üstelik Bush kadar budala olsanız bile bilirsiniz ki, dünyayı savaş meydanına çevirmekle New York’un ortasındaki kulelerinizin terör hedefi olması ihtimalini azaltmazsınız, artırırsınız.

Çok kabaca özetleyecek olursam, işler şöyle yürüyor.

ABD’ye yönelik bir terör saldırısı oluyor. Kendi yönetimlerine, kendi dünya tasavvurlarına, kendi hayat tarzlarına manasız bir biçimde aşırı güvenmesi telkin edilmiş yığınlarda şiddetli bir şok meydana geliyor. (Bütün aşırılıklar kötüdür ve ABD kamuoyundaki aşırı güven duygusu aşırılıkların en kötülerinden biriydi.) Bahse konu olan şokun kendi kendisine “a biz terörden azade olduğumuzu, fevkalade güvende olduğumuzu zannederken yanılıyormuşuz” ovasına akması teknik olarak imkânsızdır. Esasen pratikte iki ihtimal mevcuttur, şok öfkeye dönüşecek ve öfke de ya genel olarak devlete veya daha özelde devletin tepesindeki özneye, Bush’a yönelecektir.

Eğer devlet Bush’dan güçlüyse?

Bush denen öznenin elinde biricik seçenek kalır, kendisine yönelecek öfkenin istikametini saptırmak. Kendisi —ne kadar budala olursa olsun— kendi durumunu hisseder, o kadar yükseklere çıkmış olan herkesin hayvani güdüleri, sezgileri sizinkinden çok daha güçlüdür. Ve lakin çözüm alternatiflerini üretmek, muhtemelen, Beyaz Saray’da çalışan, şüphesiz Bush’dan çok daha akıllı olan birilerine kalmıştır. Birkaç alternatif üretilmiş olduğunu tahmin edebiliriz. Her birinin kazananı farklıdır. Diyelim ki Bush’a preemptive war fikrini veren benim, eğer Bush benim önerdiğim stratejiyi izlerse kimlerin kazançlı çıkacağını da tahmin edebilirim. Onlara giderim, durumu anlatırım. Onlar da Bush’a telkinlerde bulunur, filan. Net toplamda bir karar verilir, alternatiflerden biri seçilir.

İşler böyle yürür, yürüdü. Kimsenin İslamcı terörü kaynağında boğmak, Afganistan’a medeniyet götürmek filan gibi dertleri yoktu. Ama yapılıp edilen kamuoyuna, “Bush’u öfkenizden korumamız gerekiyor, onun için bir doktrin icat ettik, dünyanın şurasına, burasına dalacağız” diye anlatılamaz, takdir edersiniz ki.

Yani?

Anlatılan hikâye ile yaşanan gerçeklik arasındaki farka yaslanarak aptallık filan teşhis edemezsiniz.

Siz bir tercih yapıp bir biçimde eyleme geçtiğinizde, mesela Afganistan’ı işgal ettiğinizde, bu defa mesela “vatanın aslanları Afganistan’da şanlı mücadelelerini sürdürürken onlar için yapılan hiçbir fedakârlık çok değil” hali zuhur eder. Daha en başta, ben preemptive war doktrini diye mucizevî bir ilaç teklif ettiğimde benden ve teklifimden haberdar olmayan birçok kişi de, ABD askerleri Afganistan’a gönderildiğinde, yağlı kazanç kapılarının farkına varırlar. Tarih bir saban izine girmiştir yani, yürür gider.

Size/bize de İslam, cihatçılar, Batı demokrasisi, kapitalizm, bağımsızlık mücadelesi, antiemperyalizm ve saire terimleriyle gevezelik etmek düşer.

Bir defa daha işaret etmek istiyorum ki, sormamız gereken sorular çok başka.

Birincisi şu: Eğer Bushların, Putinlerin, Erdoğanların elinde kamuoyunu biçimlendirecek, kendisine yönelmesi muhtemel öfkeyi sektirip başkalarına yöneltebilecek güç varsa… Amerikalıları, Rusları, Türkleri, birbirini hiç andırmayan toplumları, o toplumların birbirini hiç andırmayan kesimlerini suçlamanın ne manası var?

İkincisi daha çetrefil.

Büyük Savaşta dünyanın önemli bir bölümü yıkılmıştı. Yeniden yapılması gerekiyordu. Dünya nüfusunun önemli bir bölümü, bir yandan yıkılmış olanı yeniden yapmak, öte yandan da herkesin hayatının kalitesini artırmak için çalıştı. Dünyanın pek çok yerinde daha iyi yollar, daha iyi araçlar, daha konforlu barınaklar, o barınaklarda daha konforlu hayatlar için cihazlar üretildi ve nüfusun büyük bölümü bu işlerle meşgul oldu.

Para kıttı, ihtiyaç büyüktü. Otuz, kırk yıl içinde, o kıt kaynaklarla o büyük ihtiyaçlar —dünya nüfusunun önemli bir bölümü içi— karşılandı. Elbette herkes zenginleşmeden eşit biçimde faydalanmadı ama hemen herkes eskisine kıyasla önemli ölçüde zenginleşti, zenginleşiyor.

Öyle bir faza geldik ki, para çok, ihtiyaç yaratmakta ise zorlanıyoruz. Elbette mesela Almanya’da yaşayan bir işçi Antalya’da değil de Mayorka’da tatil yapmayı isteyebilir ama marjinal maliyet, marjinal faydayı geçiyor birçok üründe birçok insan için.

Dolayısıyla para çok. İş yok.

Hal böyle olunca, yıkıma sebep olan faaliyetlerin iktisadi kıymeti fevkalade artıyor. Afganistan’ı bombalarsanız, bugün yıkmak için istihdam yaratmakla kalmıyorsunuz, yarın yeniden yapmak için de istihdam yaratmış olacaksınız. (Otomobil üretiyorsanız, otomobil talebini karşılar, ihtiyacı düşürürsünüz. Afganistan’ı bombalamakla tatmin olan bir ihtiyaç yok, her gün yeniden bombalasanız da olur.)

Hiç aptalca görünmüyor.

Adice olduğunu inkâr etmiyorum ama aptalca olmadığını da sizin teslim etmenizi bekliyorum.

Meselenin düğümünü açalım. Para çok. Zenginiz. Ama klasik iktisadi kavrayışlarımızla, “emeğin kadar gelir” mantığıyla gittiğimizde, yani o paranın yeniden dağıtımını emeğe endekslemeyi sürdürdüğümüzde, bir yandan Beyaz Saray’da manasız işler, öte yandan silah endüstrisinde manasız işler sürecek. Yolu yok. ABD’de gelirin yeniden paylaşılabilmesi için Afganistan’ın yakılıp yıkılması en iktisadi çözüm olarak kalacak.

Dikkat isterim, iktisadi problemi çözülen —en azından ertelenen— ABD, yanıp yıkılan ise Afganistan. Yani entropiyi ihraç etme kabiliyeti olan, olmayanı dövüyor, dövecek. İlaveten, “en iktisadi çözüm” ifadesinde ısrarlıyım. Kendi kendilerine solculuk, antikapitalistlik, antiemperyalistlik yakıştıranların sorgulamaya yanaşmadıkları iktisadi varsayımlara göre, olmakta olan şey en iktisadi çözümdür.

Yani?

Eğer zatıalilerini yetkili kılsak, tıpkı zamanında Stalin’in ve/veya Mao’nun yaptığı gibi, yirmi yıl önce Bush’un yaptığı gibi, bu tür çözümlere ulaşmak zorundalar. Ve bu saçma çözümlerden kurtulmanın, benim bildiğim biricik yolu var: Piyasa.

Size basit bir düşünce deneyi teklif edeyim. Piyasanın —yani sıradan insanların— Afganistan’da harcandığı söylenen 2,4 trilyon doların nereye harcanacağı hususunda müessir olduğunu düşünün. Bu paranın ne kadarı Afganistan’da savaşa giderdi? Para çok ve muazzam ölçeklerde paranın nereye harcanacağına birileri karar veriyor. Çok olan o para —üstelik— hızla artıyor, yani dünyada az sayıda insan, kendi paraları olmayan muazzam ölçekte paraları piyasadan kaçırıp harcama gücünü ellerinde tutuyorlar. Ve bizim çokbilmişlerimiz piyasayı suçluyorlar.

Neden?

Benim görebildiğim iki sebebi var.

Birincisi, iktisat hakkında hâlâ kaynakların kıt, ihtiyaçların sınırsız olduğu varsayımına yaslanan eski ezberlerinden vazgeçemiyorlar.

İkincisi ve daha acıklısı, piyasa demek sıradan insanın kendi tercihlerini yapması demek. Sıradan insandan, sıradan insanın aklından nefret ediyorlar. Kendilerini pek akıllı görüyor ve sıradan insanın tercihlerini —onların adına— kendileri yapmak istiyorlar.

Sonra da Afganistan!

Politik•a•politik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin