Bir Ödül Hikâyesi ve Facebook

Geçtiğimiz ay Uluslararası Hrant Dink ödülünü Canan Arın ile paylaşan Filipinli gazeteci Maria Ressa, Nobel Barış Ödülünü de Rus gazeteci Dmitry Muratov ile paylaştı. Gönül, Filipinler’de ve Rusya’da birer Bahçeli’nin çıkıp, “bu Nobel ödül komitesi ne yapmak istemektedir, nereye varmak istemektedir” diye kükremesini bekliyor. Ama işte elalemin birer Bahçeli’si yok. Dolayısıyla Durerte ve Putin için içi yanıyor insanın.

O halde biz soralım, Nobel ödül komitesi ne yapmak, nereye varmak istemektedir? Gazetecilere Barış ödülü vermek nereden çıktı? Filipinler’in ve Rusya’nın derdi sizi niye geriyor? Ülkelerinin bekasını ve halklarının menfaatini her şeyin üzerinde tutan Durerte ve Putin gibi fedakâr dâhileri zayıflatmaya dönük faaliyetlerle netice alınabileceğini mi zannediyorsunuz? Hayır, çürümüş, köhnemiş emperyalizme bu tür ayak oyunlarıyla nefes aldırılabileceğini ümit etmek… Ne bileyim, bu kadar çaresizlik… Görmüyor musunuz AB’nin içinde aslanlar gibi mücadele eden Polonya’yı, Macaristan’ı? Verin mehteri, Çin’den Venezuela ’ya, Filipinler’den Rusya’ya kadar büsbütün dünya, bağımsızlık, kendi kaderine sahip çıkmak, Batı emperyalizmine —nihayet— diz çöktürmek için seferber olmuş durumda. Kahrolsun Nobel!

Filan!

***

İmdi…

Biraz da ciddi meselelere gelelim. Bahçeliler, Dureteler, Putinler, Orbanlar filan yarın hatırlanacak özneler değiller. Nobel bir mana taşıyacak mı, bugün Nobel alanlar yarın nasıl yâd edilecek, o da ayrı mevzu. Ama sosyal medya öyle değil. O, ciddi bir şey. Bugünü ve yarını biçimlendiren şeylerden biri ve belki de birincisi.

Dmitry Muratov faaliyetlerini, anlaşıldığı kadarıyla, gazete ve televizyon gibi klasik medya teknolojileriyle yürütüyor daha çok. Lakin Ressa, sosyal medya denebilecek platformlarda faaliyet gösteriyor. Ama Hrant Dink Ödülünü alırken yaptığı konuşmada, doğru anladıysam, sosyal medyaya bir nizam getirilmesi ihtiyacını vurgulamış durmuş.

Önce lafın arasında Wilson’a yaptığı saygılı göndermeyi bahane edip, Wilson hakkındaki fikirlerimi paylaşayım. Wilson duygularıyla karar veren —milyonlarca yıllık— zavallı biyolojimiz ile bugün sahip olduğumuz ileri teknoloji arasındaki zıtlığa dikkat çekerek… “Uy anam ne akıllar” denecek çıkarsamalar yapmıştı ve anlaşılan o akıllar Ressa’ya çok aydınlatıcı gelmiş. Wilson denen zat-ı muhterem, esasen, 19. Yüzyıldan yanlışlıkla 21. Yüzyıla düşmüş biri. Hatta Dawkins’ten bile daha antika biri. Âlemin bir makine düzenine sahip olduğunu vehmeden —çünkü ancak makineninkini andıran düzenleri kavrayabilen— ve kazın ayağının öyle olmadığını her “hissettiğinde” fena halde içerleyen biri. Her içerlediğinde de zırvalarını orta yere kusmaktan imtina etmiyor.

Wilson’u ve zırvalarını ciddiye almak, elbette, sadece Ressa ile sınırlı bir hal değil. Muazzam bir türbülansı tecrübe ediyoruz ve hepimizin başı dönüyor. Başı dönenlerin bazıları Durerteleri, Putinleri, Trumpları ve saireleri başımıza musallat ediyor. Orada bir yerlerde mevcut olan, değişmez, geçmişte işe yaramıştı olduğu vehmedilen sabit referans noktalarını temsil ettikleri zannıyla… Her birimizin sabit bir referansa ziyadesiyle muhtaç olmamızda anlaşılmaz bir şey yok. Ve fakat… Ne yazık ki âlemde sabit bir nokta yok. Kutup Yıldızı bile sabit değil, o kadarını söyleyeyim size yani.

Ressa’nın Durerte gibi bir mahlûkla mücadelesini elbette son derece saygıdeğer buluyorum. Bu kadar eşitsiz şartlarda mücadele etmenin güçlüğünü takdir ediyorum. O mücadeleyi tarihe kayıt düşmeyi akıl eden Hrant Dink ödül komitesine de, Nobel ödül komitesine de şükranlarımı iletiyorum, bu bir.

İkincisi, karşısında muazzam bir güçle mücadele ederken yılgınlığa düşmeleri de anlayışla karşılamak lazım geldiğini teslim ediyorum. “Kimse yok mu” duygusunu son derece anlaşılır ve saygıdeğer buluyorum.

Üçüncüsü, Facebook benzeri platformların fevkalade kusurlu olduklarına da itirazım yok. Durerte filan gibi mahlûklar, ücretini ödedikleri insan suretindeki başka mahlûklar ve hatta robotlar vasıtasıyla, işbu platformları kullanarak… Biliyorsunuz işte, olağanüstü çirkinlikler inşa edebiliyorlar.

Lakin…

Durerte ile mücadele ederken Facebook’un kendi “yanında” olmasını, kendisinin ve kendisi gibi olanların “haklı zaferine” katkıda bulunması garanti edilecek biçimde düzenlenmesini talep etmek? Aha o olacak iş değil işte. Facebook filan öyle düzenlenemez. Öyle düzenlenebileceği fikri yaygınlaşırsa, başımıza, bütün Duretelerden çok daha büyük bir Durerte olarak Facebook musallat olur.

Ki…

Yandı gülüm keten helva.

Bizim, Durertelerle mücadelesinde Ressa’nın —veya kendi Durertelerimizle mücadelemizde bizim— yanında/yanımızda duracak bir Facebook talep etmemiz, baş dönmelerini geçici bir süreliğine durduracağı ümidiyle Durertelere, Putinlere sarılanların yapıp ettiklerinden farklı değil. Facebook’un sayısız kusuru var ve fakat Durertelere karşı bizim yanımızda saf tutmaması o kusurlardan biri değil. Facebook’un en büyük kusuru, kazara kayış koparsa kendisinin bütün Durerteleri aratacak bir Durerte olması ihtimali.

***

Uzatmayayım. Âlem bir makine gibi işlemiyor. Biz, milyonlarca yıllık biyolojik donanımızla, on binlerce yıldır baş döndürücü teknolojiler üretip duruyoruz ve her defasında da o teknolojilerle yaşamayı öğrendik. Ekosistem, milyarlarca yıllık malzemeyi mütemadiyen yeniden örgütleyerek, her an, bir öncekine kıyasla daha kırılgan olduğu düşünülebilecek son derece karmaşık yapılara evrildi. Artan karmaşıklık —Wilson akıllarıyla kavranamadığı için— hep daha kırılgan görünse de, öyle anlaşılıyor ki, hep, çok daha mukavim oldu. Bir dişlisi kırıldığında, makine bir bütün olarak çöker. Karmaşık yapılar, bir tarafı aksadığında yeni —ve hatta daha karmaşık— bir örgütlenme seviyesine çıkabiliyorlar.

İçine düştüğümüz türbülanstan, eski bir şeyleri ihya ederek çıkmayacağız. Teknolojilerimizi biyolojimizin tarihine göre geriye götürerek baş etmeyeceğiz mevcut krizle. Her birimizin biyolojisinin daha önce kullanılmamış —veya yeterince kullanılmamış— imkânlarını kullanarak, yani daha önceki dayanışma teknolojilerimizi güncelleyerek, yeni dayanışma teknolojileri geliştirerek çıkacağız bu türbülanstan.

Kutup Yıldızı aramanın manası yok. Daha doğrusu Kutup Yıldızının da sabit olmadığını idrak etmenin artık vakti geldi. Biz, birbirimizin yıldızlarıyız. Her birimiz olduğumuz haliyle… Birbirimizin —Kutup Yıldızları değilse de— yıldızları olmamızı sağlayacak başlıca şey, sosyal medyaymış gibi görünüyor. Onu bir Kutup Yıldızı haline getirecek olursak başımız şimdi düşünemeyeceğimiz kadar belaya girer.