Galata’nın İncirleri
Ertuğrul Özkök, Galata’da açılacak bir otelin lansmanından övgüyle söz etti. Ben de bir videoda mevzuu, dünyanın hallerinin bir göstergesi olarak zikrettim.
Neymiş “yaratıcı sunum”? Otelin “kokusu” ile alakalı olarak kendisiyle anlaşmaya varılan şirket, Galata bölgesinin çok eskiden (herhalde insan yerleşimi yoğunlaşmadan öncesi kastediliyor) incir ağaçlarıyla kaplı olduğunu “keşfetmiş”. Dolayısıyla otelin lobisi incir kokacakmış. Ama odalar? Narenciye kokacakmış, çünkü buraların Akdeniz olduğu… Filan.
Şöyle olacak anlaşılan. Otele gireceğim. Snif, snif! İncir kokuyor. Resepsiyondaki görevliye soracağım, “incir ne iş”? “Burada çok eskiden incir ağaçları yaygınmış” diyecek. “Vay,” diyeceğim herhalde kendi kendime, “çok eski kokularına saygı gösteren nadide bir otel, burada kalınır.” Kapıya çıkacağım. Baş parmağım ile işaret parmağımı birleştirip ağzıma götüreceğim, “fijt”. Köşe başında bekleşen arkadaşlar dönecek, bana bakacak. “Uygun oteli buldum” diyeceğim. Hepsi ellerindeki dolar dolu çantalarla seğirtecekler. Filan.
Sonra odalara çıkacağız ki, narenciye kokusu. Ulan bu nereden çıktı? Resepsiyonu arayacağız, diyecek “burası Akdeniz.” Olmadı şimdi. Narenciyenin anavatanı güney Asya. Neden zeytin değil mesela? Veya neden kızılçam değil? Filan.
Tepeden tırnağa saçmalıktan ibaret olan bir şeyi Özkök, her daim yaptığı gibi, sadece manalı bir şey gibi değil, ilaveten gusto sahibi olmanın icabı gibi anlatıyor. “Aman, körler, sağırlar, birbirlerini ağırlıyorlar” (veya Cansen’in dilimize kazandırdığı tabirle “zibidiler hayranlaşıyorlar”) deyip geçiştirilemez mi? Geçiştirilebilir. Ama Nouriel Roubini, Project Syndicate’de felaket tellallığı yapmış, Ege Cansen ve Asaf Savaş Akat da Ekonomik Görünüm’de onun dediklerini tartışmışlar. Bence halimizi anlamak için otel lansmanında koku arkeolojisi ve onun Özkök gibiler tarafından manalandırılması hadisesini eşelemekte fayda var.
Öncelikle, tekrar pahasına işaret etmek isterim, Özkök’ün matah bir şeymiş gibi anlattığı hadise, en hafif tabiriyle münasebetsiz (irrelevant anlamında). Otelin performansı ile lansmanda sunulan şeyin bir münasebeti yok. Olmayan bir mana yaratılmaya çalışılıyor. Eh, mesela Coca Cola’nın veya Nike’in da kendilerine yüklenen gibi manaları yok/tu. Öyle bakarsak, ortada herhangi bir mana yok, manayı veren biziz.
Ama burada hikâye, az da olsa farklı. Hayal edelim. Koku arkeolojisi yaparak, mukabilinde otel işletmecisinden çok sıfırlı bir çek aldığını tahmin edebileceğimiz firma, eğer Ulus’ta gösterişli bir merkeze sahip değilse, gösterişli bir plazada faaliyet gösteriyor. Çaycısının… Çaycı nereden çıktı, öyle bir firmada herhalde çaycı olmaz, ofisboyun kıyafetleri de, muhtemelen benzer bir firmada “tasarlanıyor”. İç dekorasyon da benzer bir başka firma tarafından “tasarlanmıştır”. Filan.
Bir ekosistemden söz ediyoruz. Bu ekosistemde milyarlarca dolar dönüyor. Tamamı uydurulmuş, manasız işler, milyarlarca dolarlık bir işlem hacmine sahip. Olur a, alan razı satan razı oldukça… Ekonomi zaten öyle bir şey. Ancak mesele şu ki, bu milyarlarca dolar, piyasa sayesinde ayakta duruyor değil. Yani, en başta söylediğime gelirsek, içimizden herhangi biri, mezkûr oteli, lobisi incir koktuğu için tercih etmeyecek. O incir efsanesini uyduran şirketi de kimse ofisboyun kıyafeti sebebiyle tercih etmemişti. Filan.
Esasen derdimiz şu ki, bütün bu manasız işler, eğer piyasaya kalsa, sürdürülebilir değil. Sürdürülebiliyor, çünkü bir yerde birileri, hemen hepsinin Davos’ta boy —ve endam— gösterdiğini tahmin edebileceğimiz birileri, FED’e, Çin’in, Avrupa’nın, Türkiye’nin ve diğer ülkelerin merkez bankalarına hortum bağlamış, akla ziyan kaynakları emiyor. Sonra o kaynaklar, bu tür manasız faaliyetlerin finansmanı için “dağıtılıyor”. Bir ekosistem var ama kaynakları “dışarıda”. O kaynakların nasıl dağıtılacağına, yani klasik “kaynak tahsisi” probleminin çözümüne “piyasa” karar vermiyor. Fiyatlara “müşteri”, yani siz, ben, karar vermiyoruz. Fiktif işler, fiktif fiyatlarla alınıp satılıyor. Bir cennet inşa edilmiş, finansmanını bizler sağlıyoruz ve birbirine hayranlaşıp duranlar o cennette ikamet ediyor.
Cansen ve Akat, bence, borç hadisesini hafife alırken, işbu fiktif ekosistemin toplam ekonomi içinde ne kadar büyümüş olduğunu ihmal ediyorlar. Borcun Roubini’nin (veya Graeber’in) işaret ettiği gibi kendi başına ölümcül bir şey olduğunu düşünmüyorum ama Roubini’nin işaret ettiği zombi şirketlerin ekonomi içindeki büyüklüğü ile borç arasındaki ilişki, borcu ölümcül kılabilir.
Neden?
Ekonomideki mevcut düzeltme çabaları, mezkûr zombi şirketleri, mesela koku arkeolojisi yapıp, alakasız bir otele çok sıfırlı çek yazan şirketleri elemeyecek. Devletlerin müdahalesi, “yukarıdaki cennet” tarafından kontrol ediliyor, yönlendiriliyor. Dolayısıyla sizin, benim artan borcumuz, “yukarıda”, her gün biraz daha manasız işler yapıp her gün daha fazlasını “tüketen”, her gün biraz daha “daralan” bir azınlığın manasız gustolarının finansmanı için kullanılıyor.
Graeber yaşasa ve benim yazdıklarımı okusa, “zaten ben de borcun antropolojisi vasıtasıyla, mevzuun hep böyle olmuş olduğunu anlatmıştım” diyebilirdi. Ben de katılırdım. Ancak vurgulamak istediğim husus, meselenin “borç” olmadığı. İki temel mesele var, (a) aşağıdan yukarıya kaynak transferini devlet yapıyor (ve bu hep böyleydi), (b) “yukarıda” yürütülen faaliyetler tamamen manasız ve münasebetsiz.
Mevzu uzun. Devam etmeye çalışacağım.